Okul yolunda başladı daha altı yedi yaşındayız, ağzımız süt kokusu, burnumuz fış fış. Devletim kutsaldır, cevvaldir. O bilir, o söyler, sen yaşarsın. Nakış gibi ilmik ilmik işlenir hamurun, yavaş yavaş pişersin. Çatışmaların sönmüş yanardağa dönüşür, kül yığını altında.
Sana kendi yolunu anlatır. Kitapla defterle. Ödevler verir canla başla çalışır geçersin sınıfı. Sesin çıkmaz alkışlarsın her şeyi. Kimi uçurumdur özüne, kimi bağ bahçe. Kimi sefalete çıkar kimi zevk-u sefaya. Kerem eyle felek sefil koma n’olur, dedirtir.
Yollar çoktur hangisine gideyim derken aşık oluverirsin bir de. Yârim
yolu dikendir gül olsa da çiçeği. Bir yol gideriz doğru zanneder utanırız
yanlış demeye. Varmaz dilimiz, incinir yürek de dönmeyiz. Bilmez ki dönek
denmez, yanlış yoldan dönene.
Bu yaşımıza kadar gittiğimiz yol yol mudur? İşte, hesaplaşmanın en acımasızı kendimizle yaptığımızdır. Acımasız olduğu kadar
da dürüsttür. Halt etmiş eşim, dostum, sırdaşım… Oysa terk etmekle başlar yeni
başlangıçlar; bağışlanmak arınmak zorunda değilsin kendinle. Hesap vermek
korkusudur asıl prangaların. Gözler üzerinde sanırsın. Ateş birikir dilinin
ardında. Korkarsın. Bilsen de beş para etmeyeceğini alttan alır pof poflarsın.
Yeni yol başlangıçtır yorar seni. Samimidir. Tehlikeli
zannedersin masallarda devleri, cadıları, ejderhaları… Hayalle gerçek arasında
kalırsın. Babalarımızdan başladı masallar, doğru ve güzel olan yolların
tehlikeli ve dikenli olduğu. Annelerimiz gözyaşlarıyla sulamıştır ağaçlarını.
Çeşmelerinden kan akmıştır gece gündüz. Yemişleri zehirlidir. Uzak tutmak için
çırpınır dururlar güvercin tedirginliğiyle, yola gir artık derler. Herkes gibi
ol. Canın yanmasın yeter ki uzak durmak lazım iyi, güzel ve adil olandan.
Yol ve yolcuları acılarla, işkencelerle ilerlemiştir. Ayakları yalındır,
gençtiler güzel ve yakışıklıydı hepsi. Zekiydiler okumuştular yan yanaydılar.
Masallarımızın esas kahramanlarıydı onlar. Mutsuz ve umutsuz olmadılar
darağacında bile.
Sonra ilk kahramanlarımız başladı bizi uyutmaya altı, yedi yaşlarımızda.
Yolu tarif etmeye koyuldular, kutsallarla, dinle, imanla, döşediler kaldırımlarını.
Ardından ırkçılıkla döktüler asfaltı. Yol bu dediler. Yolcular gösterdiler
etlisi sütlüsü olmayan. Kula kulluk eden düzmece köprüler kurdular. Süsleyip
püslediler. Vatanla milletle kurdular
gişeleri geçenden 5 geçmeyenden 15 aldılar.
Yok oldu insanlığımızın bin yılı ne Sokrates kaldı, ne platon. Geçtik
onları hadi, ne Sinan’ı dinlediler ne Veysel’i ne de Neşet’i. Düşünme eylemi
kör, sağır ve dilsiz dolaşıyor yollarda. Acınası kelimeler yan yana gelemiyor
artık. Demokrasi çaresiz, adalet topal. Özgürlük mü dediniz? Kalın duvarlar
çevrili, çelik kapılar ardında. İnsanlık cüzdanımızın içinde kıçımızın altında
eziliyor. Tanrı ile başa baş yürüyor banknotlar.
Ve biz hala yolu ve yolcuyu arıyoruz. Kaç yaşında bitecek bu arayışımız.
Kimimizin geri dönüşü yok biliyor. Umutsuzca kürek çekiyor dalgaya. Kimi
yirmisinde, kimi kırkında, kimi de altmışında dönüyor yolundan.
Geç kalmanın adını soruyor çocuklarımız evde, okulda, sokakta. Acaba geç
kalan onlar mı yoksa biz mi? Yolumuzun ne kadar aydınlık. Biz neye ne kadar
hizmet ediyoruz. Yolumuzdan çekilin diyebilecek kaç kişi var, kaç çocuk, kaç
genç yetiştirdi anneler, babalar, öğretmenler. Bugününü düşünmek; yarını
batırmak değil midir?
Bir yolu var elbette diyerek başlıyor beynimizden sızan düşünceler. İşte
sonrası gelmek için çırpınıyor da çırpınıyor. Bu yolu nasıl inşa edeceğim mi,
birileri inşa etsin de peşinden gideyim mi? Nasıl, neyle, kimle yürümeliyim. Yalnız
yürümekten korkuyor yüreğimiz. Gözümüzün arkada ne oranda kaldığı yamalı
beynimize işlenmiştir. Keşkelerimiz derin, telafisiz pişmanlıklarımız ardına
saklanmaya devam edecektir. Sona yaklaşmanın vereceği cesareti bekleme acizliği
seni kurtarmaya yetmeyecektir.

0 Yorumlar