Türkiye’de alışılagelmiş çeşitli meslekler vardır. Bunların önemli bir kısmı artık kemikleşmiştir.  İşçisi, köylüsü, esnafı, çiftçisi, memuru... Bir de hemen her şeyden anlayan serbest meslek erbaplarını unutmamak lazım.

Toplumda en yaygın meslek nedir diye düşündüğümüzde sarraflığın zirvede yer alacağından eminim. Aklınıza altınla uğraşan kuyumcu esnafı gelmemiştir umarım. İnsan sarrafından geçilmiyor dört yanımız. Çarşıda, pazarda, evde, okulda, işte; hemen her yerde onlar var. Özel bir okulu olmadığı halde insanoğlu yememiş içmemiş neyle beslenmişse sarraf oluvermiş. İşinde o kadar iyidir ki anında ölçer, biçer, şıp diye değerini yapıştırır.

Psikoloji ve sosyoloji bilimi üzerine kafa yormaya gerek yoktur. Zihnin arka planında öyle sentez ve analizler yapılıyor ki  onca kütüphane dolusu kitapların zaman kaybı olduğunu düşünürsün. Yeri gelir ağzın açık dinlersin.  Seni beş dakikada yıkar, asar, kurutur ardından da bir ütüler dümdüz oluverirsin. Okumanın, fakülteler bitirmenin onun nazarında karşılığı yoktur. Bu sarraflar her konuda söyleyecek bir sözü muhakkak vardır. Hele insan ilişkileri ile davranış bilimleri... Sana en çarpıcı analistlerini yapar, stratejiler önerip kesin sonuçları dahi önüne serebilmektedir. Araştırmak, incelemek, sormak soruşturmak zaman kaybından başka bir şey değil, diye düşünürsün.

Çevremizdeki sarraflarımızı tanımak çok zor değildir aslında. Bizim göremediğimiz detayları fark etmede son derece usta olduklarına şahit olabilirsiniz. Adamına göre muamele yapmada çağdaş uygarlık seviyesine onların sayesinde ulaştığımız söylenebilir. Önce makama bakılır, ardından kılık kıyafete.  Hele bir de kravat varsa çoğu kapı aralanmış olur.  Bireylerin ekonomik durumu en temel belirleyicilerdendir. Zengin kişi, şirket ve yapılar sarraflarımız tarafından başköşede ağırlanır her zaman. Ayrıca bu değerli zatlar karşısında el pençe divan durmak da mesleğin inceliklerindendir.

Her gün kaç kişiyle muhatabım biliyor musun diyor, berber arkadaş, çaycı da ondan aşağı kalmıyor. Pazar esnafına ne demeli, deveyi hamuduyla yutar cinsten, en iyi oldukları alandır evelallah. Polis arkadaşlar çok iyiler; her gün neler neler görüyorlar. Taksicilerimiz o iş asıl bizde, demez mi? Öğretmenlerimiz de kötü sarraf değil hani; türlü veliyle karşılaşıyor. Doktorunu, hemşiresini hiç sormuyorum. Hele mahalle muhtarlarına, işin profesörü, diyebiliriz.

Hepsinin ortaklaştığı alan sarraf olmaları. Bir de çoğu kez bu işi parayla pulla da yapmazlar. Vicdanları elvermez; konuşur, paylaşırlar. Bunların yanılma payları pek yoktur. Doğrucudurlar. Memlekette öyle hâkime, savcıya da gerek var mı bilmiyorum ama iyisinden üç esnaf, iki memur arkadaş bul, gözünden anlar suçluyu suçsuzu. Hem işler o kadar hızlı akar ki mahkemelerimizin yükü de hafifler.

Bu kadarla biter mi zannediyorsunuz. Eee, üniversiteler boş durur mu! Oradaki ilim erbapları anlamaz mı sanırsınız seçeceği akademisyeni gözünden. Önce bir tipine bakarlar, sonra adına ve anlamına. Yetmez tabii. Nerede doğduğun da önemli. Ardından etnik yapın bilinmeli. Bu arada inancın da hafiften yoklanır.  Hemşehrilik bulunursa accık yırttın demektir. Her şey bir yana üç beş hatırlı gönül ehlinden adına telefon gelmişse halay mendili sende demektir. Eşinle dostunla güle oynaya çıkarsın. Bilimsel çalışmalar hele de liyakat gibi ufak tefek şeyler aranmaz bu gibi durumlarda. Diğer kurum ve kuruluşlar da bu yöntemi uygulamaktan geri durur mu sanırsız. Eee, akademik düzeyde insan sarrafı olmak kolay değildir! Memlekete örnek olmanın gereği neyse o yapılıyor.

Sarraf olmanın beraberinde getirdiği bir dil de oluşmuştur. Zamanla daha da gelişeceğe benziyor. Bazen bizler de sarraf olma adımlarını atmıyor değiliz. Konuşmalarımızda neler neler demiyoruz ki: “Sen beni dinle dostum. O sana yaramaz. Biz bir şey biliyoruz da söylüyoruz. Kimler geldi kimler geçti. Biz feleğin çemberinden geçmişiz. Sen giderken biz dönüyorduk. Şıp diye anlarım. Bu gözler neler gördü aslanım.” Bu ifadeler sarraflığın sloganlarıdır. Güven telkin eden vazgeçilmezleridir. Hemen hemen her sarrafımızdan duyarsın.

Memlekette çalışkan olmanın, yetenekli olmanın hükmü yoktur. Öncelik, insan sarraflarımızın derin bilgi ve birikim süzgecinden geçebilme marifetini gösterebilmektir. Aslolan yeteneğinin, başarının, ideallerinin yalakalık ve yandaşlık karşısındaki boyutunun kaç arşın ettiğidir. Sınavlarda derece yaparak verdiğin emeğin karşılığını beklemek, saflık olduğun algısını uyandırır. Buna çok dikkat etmek gerekmektedir. Bireyin yüksek puanıyla eşini, dostunu, yoldaşını gururlandırdığını düşünmesi tuzağa yakalandığının göstergesidir. Bu iş tamam dediğin anda sahnenin ışıkları yanar. Uyanma vaktin gelmiştir artık. Yüzleşmenin çocuk olmanın bittiği yerdesindir. Ergenlik bitti. Senin için büyüme vakti gelip çatmıştır. Kulağında "GÜNAYDIN TÜRKİYE" çınlamasını duyarsın.  

Memleketimin kutsal değerlerini hassas göz ve gönül terazisiyle tartacak olan sarraflar karşındadır.   Bir an aklına gelmez mülakatta karşılaşacağın sarraflarının anlayış terazisinde tartılmak. Çoğunda kamera yoktur. Çünkü biliriz şaşmaz onların terazisi.  Kaç okka ettiğini kendin göremezsin ayna da. Görmek için göz, duymak için kulak gerekir. Bu yetenek de sadece onlara bahşedilmiştir.  Sende var olduğunu düşündüğün ışığı ağzında kuş tutsan gösteremezsin onlara. Sonra dönüp bakarsın arkana. Başın yerdedir. Göz pınarların dolmuş beklemede.   Sırtına bir el dokunur. Hizmetlisidir oranın o da eski sarraflardan. Üzülme dostum, burası Türkiye, der. Sonra tutarsın bir işin ucundan ekmeğini kovalarsın. 

İnsan sarrafı olduğumuzu düşündüğümüz anda kaybetmeye mahkûmuz aslında. İnsanoğlunun sürekli gelişen, dönüşen ve değişen bir yapıda olduğunu unutturur. Sarraf olmak mevcut donanımımızı, bilgi ve birikimimizi sorgulamamızı da engeller. Kendimizi her zaman yeterli görme yanlışına sürükler. Sonrası mı? Her sözümüzün doğru ve bağlayıcı olduğunu dayatır dururuz. 

MESUT AKÇA