Bıçak sırtında ilerlemek ip üstünde yürümekten farksızdır. Türkiye toplumunda hemen herkesin cambazlık yapmadan ayakta durmasının imkânsız olduğu bilinir. Bunu en iyi becerenlerin de genel itibariyle siyasetçilerdir. Bu tutumun toplumun tabanına kadar sirayet etmiş olmasını da normal karşılamak gerekmektedir.
Çoğu acemi siyasetçi ve devlet adamı toplumsal dengeyi gözetemediği için siyaset sahnesinden kısa sürede silinmiştir. Tecrübeli olanlar diğer anlamda halkın nabzını iyi tutanlar ise uzun süre iktidarın balına parmağını çalmaya devam etmiştir.
Toplum düzeni
içerisinde yer tutabilmek ayrıca ikili ilişkiler bağlamında denge kurmak ileri
düzeyde beceri isteyen bir olgudur. Her kesimin hassasiyet noktasını bilmek ona
göre tutum geliştirmek belli bir tecrübe sonucunda ortaya çıkmaktadır. Genel
olarak kapsayıcı bir yapıya bürünmenin ana kriteri demokrasinin görmezden
gelinen araçlarında saklıdır.
Var olan, bilinen ancak uzakta tutulan bu araçların çıkar odaklarına ne oranda hizmet edip etmediği penceresinden bakılarak kararların alınması demokrasinin topallayarak ilerlemesine sebep olmaktadır. Yerli ve milli olması adına dünya ölçeğinde eşi benzeri olmayan kimi sistemlerin en iyisi gibi gösterilerek uygulamaya konulması, bunun da basın aracılığıyla halkın çıkarına algısıyla soslanıp servis edilmesiyle toplum uyuşturulmaktadır. Bu şekilde hareket edilmesi bazı kesimlerce demokrasi tanımının sorgulanmasına sebep olmaktadır.
Yıllardır süregelen belli başlı temel standartları olan demokrasi kelimesinin lastik gibi istediğin yöne doğru sündürülmesi bizim siyasi pratiğimizde alışılagelmiştir. İçinde bulunduğumuz çoğunluğun hegemonyası yani üstün ve baskın olma tutumu, bunun da demokrasinin gereğiymiş gibi yansıtılması demokrasinin temel ilkelerinin göz ardı edilmesinin normalleştiği anlamına gelir.
Kurulan iki cümlenin birinde demokrasi kelimesinin kullanılması sanki onunla birlikte yaşadığımızı, yanı başımızdan ayırmadığımızı düşündürse de yaşanılan gerçeklerle ifade edilenler arasında bir uyum söz konusu değildir. Bu durumu günlük hayatımızda, meclisin işleyişinde, ülke yönetiminde belirgin şekilde görmek mümkündür.
Yerli ve milli olmak söyleminin demokrasi söyleminin önüne geçmesinde toplumun hassas noktaların kaşımaktan geçtiğini çok iyi bilen çıkar odakları, kimi siyasetçiler ve toplum mühendisleri aldıkları kararlarla sadece kendi taraftarlarına hizmet etmektedir.
Geri kalmış veya az gelişmiş toplumlarda demokrasi kavramının içeriği doldurulmadan batıdan ithal, milli ve yerli olana karşıymış gibi lanse edilmesi, halkın alışmış olduğu hem yönetimsel hem de geleneksel yaşamından kopabileceği korkusunu yaygınlaştırılarak demokratik adımlar atılması engellenmektedir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde günümüz toplumları teknolojinin, iletişimin bu kadar ileri düzeyde olmasına rağmen yerli ve milli duruş adına demokrasinin nimetlerinden yararlanamaması son derece üzücüdür.
Sorgulanması gereken temel husus demokratik mi yoksa yerli ve milli olması mı. Halkın önüne düşmanlaştırılarak konulan bu argümanlar arasında seçim yapılması istenmektedir. Çıkar odaklarının özelleştirme adı altında yerli ve milli olan devlet işletmelerinin iç ve dış sermaye ve çıkar gruplarına satılmasında millilik aranmadığı küreselleşen dünyada ülkemiz de payına düşeni satmaktadır. Aynı durum demokrasinin işleyişine gelince bu kadar desteklenmediği görülmektedir.
Türkiye gibi toplumlarda geçmişten günümüze korku ikliminin hakim olması, iç ve dış düşmanların hiç bir zaman yok olmayacak olması ayrıca çıkar odaklı sermaye ve dini grupların tekçi anlayışı demokrasi yönünde rota belirlenmesine engel olmaktadır. Türkiye’nin demokratik tutumu sorgulanacak olursa balıksırtında ilerlemeye devam ettiği söylenebilir. Şöyle ortaya karışık bir sistem koyalım dersek Türkiye modeli tam da bu şekildedir. Demokratik desen değil, monarşik desen değil, başkanlık desen o da değil. Çok şükür hiçbir yer de yok “yerli ve milli” bu demek değil mi?
MESUT AKÇA
.jpg)

0 Yorumlar