Taraf olmayan bertaraf olur, sözünü sıkça duymuşuzdur. Hayatımızın her döneminde karşılaştığımız bu husus, zıt kutuplardan birini tercih etme zorunluluğunu yanında getirmektedir. Bu konuda toplumsal baskının özgüven kaynağı olan sayısal çoğunluk muhakemeye ihtiyaç duymaz. Baskın fikirlerin doğru, yanlış ve eksik olmasının işleyen düzen içinde sorgulanmaması ve düzeltilmeye kapalı olması sürü psikolojisinin alışkanlık haline gelmesine zemin hazırlamıştır.

Dünya düzeni içerisinde aidiyet duygusu, bir nevi mantıksal çerçeveden uzaklaşmak anlamındadır. Aidiyete bağlı olarak bazı değer yargıları da gelişmektedir. Duygusal bağlamda hareket etmenin bir başlangıcı olan ait olma hissi, manevi bağların hegemonyası altında mantığa büründürerek mücadele alanı yaratmaktadır.

Bağlılık aileden başlayarak aynı değer ölçüleri etrafında birleşip farklı olanın düşmanlaştırma adımlarının çocukluktan itibaren atılmasına sebep olmaktadır. Zıtlıkların sakıncalı olarak algılanıp düşmanlık hissi yaratmasının temel nedeni değer yargılarımızda gizlenmektedir. 

Güzel,-çirkin, iyi-kötü, doğru-yalan gibi yargılar özünde sorgulanmaya açık olmalıdır. Alışkanlıkların ve inanmışlığın muhakemeden uzak, günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak uygulanması aksi tutum ve davranışların sert, hatta şiddete başvurularak tepkilenmesi farklılıkların kişilik yapılanmasında ve toplumsal düzen içinde karşılaşılacak senaryonun da bir çeşit yansıması niteliğindedir.

İnsan zihninin farkındalık düzeyine ulaşmasının önüne geçebilme adına istendik düşünmeyi, zıtların vasıtasıyla ahlak dışı, yanlış, günah, yok edilmesi gereken bir meta olarak konumlandırma zorunluluğunu doğurmuştur. Alışkanlık haline gelmiş davranış ve uygulamalar beynin yeterli oranda gelişmesini ve alternatif oluşturma becerisini köreltmektedir. 

Birey, gerek ailede gerekse toplumsal yapı içerisinde iktidar sahiplerinin basın ve yayın organlarının da desteğiyle mevcut halin devamının herkes için en iyisi olduğunu kanıksamış olacaktır. Aksi durumlarda sahip olunan tüm değerleri yok edeceği inancıyla her şeyi göze alarak ve bunu kutsiyet ifadeleriyle taçlandırıp soykırım düzeyine kadar taşıyabilmektedir.

Zihnin esaret altında olması, bedenin esaretinden daha vahimdir. Bedenin dışarıda olması bununla birlikte düşüncenin ifade edilememesi, baskılanması sanal hapishanelerin çekim alanına girilmesi yüzyıllarca çalışılmış bir insan ve toplum mühendisliğidir. Zihnin, düşüncenin özgür olup da bedenin dört duvarda tutulması, fikirlerin bedensel güçten daha etkili ve tehlikeli olarak görüldüğünün temel göstergesidir. Yine yüzyıllardır nice filozof, yazar, şair, inanç ve bilim insanının beyin gücünden korkularak tutsak edilip katledilmiştir.

Günümüz demokrasi mücadelesinde de nice saygın düşünür ve siyaset insanı baskı altında tutularak toplum nezdinde düşmanlaştırılmaktadır. Gelişmişliğin temel parametrelerinden biri olan tartışma kültürü ileri toplumlarda zıt kutupların bir araya gelerek kısıtlama olmadan kırmızı çizgisiz yapılırken gelişmemiş toplumlarda aynı kutuplar arasında toplumsal algıyı hükümetlerce belirlenen merkeze doğru yöneltme çabasıyla hareket edilmektedir. Ötekileştirilen fikirler hemen her ortamda marjinal hale getirilerek suç unsuru olarak değerlendirilmesi sağlanmıştır.

Günümüzde iktidar sahipleri, kapitalist düzenin çıkar odaklı yöneticileriyle birlikte mevcut yapılanmanın ayrıştırıcı, ötekileştirici dilini kullanarak bunu da devletin kurumlarıyla birlikte yaparak çoğunluğun azınlık karşısında tahakküm oluşturmasına sebep olmaktadır. Böylece toplumun büyük bölümünü oluşturan anlayışlar iktidar ve sermayenin şahsi menfaatleri uğruna yaptığı iş ve işlemleri göremeyecek, düşünmeyeceklerdir. Ayrışan kesimler öncelik olarak var olmak ve yok etmek üzerine odaklandıkları için arka planda yapılan anlaşmanın farkına varamayacaklardır.

Ayrışmalar neticesinde bir kesimin yanında olmak otomatikman diğerinin karşısında olduğun anlamındadır. Bu tutum geri kalmış ve gelişmekte olan toplumlarda ileri boyuttadır.  Bu tutumun en büyük handikabı ise düşman gördüğün, mücadelenin azminin kaynağı hatta var olma nedenin olarak algıladığın yapı sayesinde var olmandır. 

Üzücü olan ise düşmanlaştırılan yapı hakkında yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olunmamasıdır. Toplumun kılcal damarlarına kadar inecek düzeyde yapılan provokatif yol yöntemler neticesinde okumaya, araştırmaya, sorgulamaya ihtiyaç duyulmamasıdır. Bu tutumun toplum düzeyinde yaygın olmasının nedeni de bu olsa gerek.  Kolaycılık ilkesiz toplumlarda yutulması en kolay lokma olmaya devam edeceğe benziyor.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, deyiminin karşılığını günlük hayatımızda yaşamaktayız. İnsan ilişkilerinde yandaşlar tarafından bilimsel temellere oturtma çabası içinde topluma uzman diye yutturulan kişiler dinletilerek bireylerin taraf olmasına zemin hazırlanmaktadır. Toplumun geneli kolay yoldan bilgi ve fikir sahibi olmanın konforunu yaşamaktadır. Birileri nasılsa benim yerime araştırma, inceleme ve analizleri yaparak lokma haline getirmiştir, denerek kabullenme ve savunma pozisyonuna geçmektedir.

Algı dünyamızın ne kadar doğru ve tutarlı olduğunu elde ettiğimiz sonuçlar neticesinde farkına varabiliyoruz. Zarar gördüğümüz tutum ve davranışlarda yanlış ve eksik, avantaj sağladığımızda ise haklı olduğumuzu düşünürüz. Kar-zarar hesabı yapılarak haklılık ve doğruluk değerleri tartılmaktadır. 

Toplum düzeni içerisinde de haklılık, doğruluk, adil olma ve demokrasinin temel ilkeleri çıkar odaklı kar-zarar hesabıyla eş güdümlü değerlendirilmektedir. Bunun temel nedeni önyargıların temel yargı yerini almış olmasıdır. Ön yargıların değişme ihtimalini hesaplayabilsek de temelleşmiş, taşlaşmış, esnemeyen fikirler yenilerine yer açmıyor.

 MESUT AKÇA