Çünkü esaret; cesaretin olmadığı yerde başlar ve devam eder. Bu canını acıtsa da katlanma ve dayanma gücünün sınırlarını zorlaman istenir. İçinde büyüdüğün ortam esareti içselleştirmiştir. Bunun bir yaşam biçimi haline geldiğine inanmıştır. Yetinme içgüdüsü, bedeninden tut da zihninin her hücresine sirayet edecek ölçüde yayılmıştır.
Karşı gücün dayattığı yaşam biçimini yine onun izin verdiği ölçüde daha da ileri seviyeye taşıyabilme ihtimalinin olmasını tek teselli noktası olarak kabul etmek, esaret zincirinden kurtulduğunu zannetmekten başka bir şey değildir.
Toplum düzeni içinde sayıları parmakla gösterilebilir ölçüde kişilerin, sosyoekonomik olarak ileri taşınmış olduğu gösterilmektedir. Bunun reklamı da yapılarak geniş halk kitlesi içerisinde umudun hibrit tohumları ekilmektedir. Böylece toplumun yaşanan sosyal ve ekonomik sorunların yani esaretin, bireylerin şahsi tutum ve davranışlarının bir sonucu olarak görmesine sebep olmaktadır. Bu da iktidar ve sermayenin temize çıkma yol ve yöntemlerinden biridir.
Halkın safiyane tutum içerisindeki büyük çoğunluğu “Sabrın sonu selamettir.” anlayışıyla hareket eder. İnanç ve biat anlayışıyla teskin ve telkin edilen kitle iktidar ve sermaye sahiplerinin günün birinde insafa gelip de emek odaklı çalışanların hak ettiğini vereceğini düşünmesidir.
Geri kalmış, orta doğu yönetim anlayışının hâkim olduğu toplumlarda yönetimlerin hak ve eşitlik temelinde demokratik yaklaşacağını beklemek saflıktan da öte bir durumdur. Buna kargalar bile güler, deme noktasına geldiğimiz an tam da budur.
Beklemek hiçbir şey yapmadan beklemek. İşte belki de tüm mesele budur. Hangi demokratik kazanımın mücadele verilmeden kazanıldığı görülmüştür. Sanayi toplumlarından başlamak üzere örgütlü yapılar vasıtasıyla az da olsa işçiler alın terinin karşılığını almaya başlamıştır.
Kapitalist düzende işverenlerin artı her türlü kazanımı yani kar marjı emekçi kesmini sevindirmekten uzaktır. İşverenin yeni yatırım yapılması adına artı kazancını tekrar sermayeye döndürmek, dönüştürmek zorundadır. Risk faktörü gerekçesiyle elde edilen kar miktarı artsa da bunu aynı oranda emekçi kesime yansıtması beklenemez.
Sermaye sahipleri siyasilerle her dönemde ileri boyutlarda yan yana kimi zaman da iç içe olmaktan geri durmamıştır. Emek odaklı işgücü her daim sayısal olarak hatırı sayılır bir kitle de demektir. Bu kitlenin dizginlenmesi adına hem sermayedarlar hem de iktidarlar birlikte çalışmak zorundadır.
Böl, parçala, yut üçlemi yüzyıllardır uygulanagelen etkili bir yöntem olmuştur. Kolay olduğu kadar yorucu da olmayan bu yöntem ayrıştırma sanatının sihriyle zengin azınlığa her dönem rahat bir nefes aldırmıştır. En basitinden aynı ilin iki ilçesinin futbol takımları arasında bile düşmanlık yaratabilmektedir. Daha da ileri gidildiğinde aynı okulun iki farklı sınıfı arasındaki rekabet ortamı çatışmalara dahi dönüştürülebilmektedir.
Bu yapıların kendileri var edebilmeleri adına öncelikleri bir düşman yaratma çabası içerisine girmeleridir. Bunu körüklemektedir. Çünkü onların ayakta durabilmeleri çözüm odaklı politikalardan ziyade tamamen çatışma unsuru üzerine ayakta durabilmektedirler.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçilerin arasında çatışma alanlarının körüklenmesi mücadele alanlarının yön değiştirilmesini sağlayacaktır. Temel hak özgürlüklerin demokrasiyle taçlanması işçi ve emekçi kesimin taleplerine de yansıyacağı kaçınılmazdır.
Emir komuta zincirini en tepe halkası olan güç, paranın gücüdür. Bunun azalması veya kaybolması onunla gelen itibarın da kaybolması demektir. Gelişmemiş toplum düzeninde, yapılan işin ne olduğundan ziyade maddi getirisinin ne kadar olduğu önem arz etmektedir. Buradan hareketle bireylerin itibar düzeyi yaptırım gücüne de aynı oranda etki etmektedir.
Sermaye odakları paranın gücünü her zaman elinde tutmak isteyecek bunu paylaşma noktasında da son derece eli sıkı bir politika izleyecektir. Halkın bu konudaki oluşabilecek tepkisini yatıştırma veya yön değiştirme görevini ise siyasiler sağlayacaktır. Halkla doğrudan ilişkide olan politikacılar, nabza göre şerbet vermede son derece uzmanlaşmışlardır.
Birey ve toplumun esaret içinde olduğunun farkında olmaması da ayrı değerlendirilebilecek bir durumdur. İktidar ve sermayenin emek kesimine yönelik yapmış olduğu maaş dışı destekleri mihnet duygusunun kabarmasıyla boynunun eğilmesi arasındaki ters orantının farkında olmasına engel olmaktadır.
Birey alın terinin gereği olarak ekonomik açıdan muhtaçlık hissetmemesi gerekmektedir. Eğer çalışmasına rağmen hala temel ihtiyaçlar noktasında eksiklik hissediyorsa asıl bunu sorgulayıp esaretten cesarete adım atması gerektiğini düşünebilmelidir.
İşin üzücü boyutu esaret altında olanların, özgürlükçü bireyleri telkin ve teskin edecek mücadeleye girmesidir. Bunlar küçük çıkarlar doğrultusunda esaretin iyiliği ve güzelliği üzerine nağmeler düzecektir. Bu şekilde mutlu olmanı sağlayacak yol ve yöntemler göstereceklerdir. Böylece cesaretin törpülendiği yerde esaret başlayacaktır.
MESUT
AKÇA
0 Yorumlar