Uluslar arası atletizm müsabakaları her zaman ilgimi çekmiştir. Sporcular başlangıç çizgisinde sıralanıp zil sesiyle koşarlar. Tüm sporcular, dünyanın farklı bölgelerinden renkleri, dilleri, inançları farklı olsa da yarışmaya eşit başlamanın rahatlığıyla ter akıtırlar. Herhangi bir sporcu, hangi ülkeden olursa olsun erken çıktığında veya diğer atletlerden avantajlı başladığı an karşılaşma hemen durmaktadır. Bu ve benzer durumlar spor camiasının temel etik kuralıdır.

Bir futbol karşılaşmasında da durum pek farklı değildir. Takımların eşit başlaması adil olandır. Her ne kadar bazı takımlar arasında güç dengeleri farklı olsa da maça 0-0 başlanmaktadır. Zayıf olan takım da kazanma mücadelesi verme hakkına sahiptir. İdeal yaklaşım süreçte iyi olanın, çok çalışanın kazanması; kaybedenin kazananı alkışlamasıdır. Olması gereken bu tutum, sporun temelini oluşturan barış ve kardeşlik iklimini rekabet ortamında dahi sağlanabileceğinin en iyi göstergesidir.

Fikir dünyamızın şekillenmesinde etkili olacak yaklaşım da tıpkı atletizmdeki gibi tüm anlayışları, değerleri, aynı düzlemde yani sıfırdan başlatmakla mümkündür. Hemen her fikrin her ortamda ön yargısız, kırmızı çizgisiz yer alabilecek ve tartışılabilecek alanı olmalıdır. Fırsat eşitliği kavramını düşünce dünyamızın şekillenmesinde de etkin kullanmak önemlidir. Bu şekilde bir yaklaşım geliştirmek yeni neslin aydınlanma sürecine ileri boyutta katkı sağlayacaktır.

Yeni nesil olarak tabir edilen her dönemin genç izleyici kitlesi olmuştur. Bu kitle daha iyi, daha güzel ve daha doğru olduğunu iddia eden fikir ve ideolojilerin mücadelesini izleyebilmelidir. Bu düzlemde toplumu oluşturan tüm yapılar ile başta siyasetçiler olmak üzere tüm kamu kuruluşlarının demokrasinin bir gereği olarak, düşünce özgürlüğünün önünü açmayı ana hedef haline getirmeleri gerekmektedir.

Nötr olabilmek objektif kalabilmenin temelini oluşturmaktadır. Toplumlar, onları bir arada tuttuğu kadar ayrıştıran temel argümanları da içinde barındırır. Millet olabilmenin ana unsurunun tek dil, tek millet, tek din gibi tekçilikten geçmediği yani herkesin aynı düşünmek zorunda olmasından geçmediği gelişmiş heterojen yapıdaki ülkelerde görülmektedir. 

Demokratikleşme farklılıkların bir arada ayrıştırmalardan uzak, hukuk kuralları çerçevesinde oluşturulmuş yasalarla desteklenmesiyle mümkündür. Geçmişte yaşanan hukuk dışı uygulamaların gölgesinden ancak yüzleşmekle çıkılabilecektir. Bu yaklaşımın o toplumun her alanda gelişimine katkı sunacağı açıktır.

Gelişmemiş demokrasilerde çıkar odaklı iktidar sahipleri, devlet yönetme adına toplumun fay hatlarını harekete geçirme alışkanlığını bırakmamakta ısrarlıdır. Toplum bileşenlerinin her biri bağlı olduğu devletin ayrılmaz bir parçası olduğunu bilmesi bunu kabullenmesi esastır. Onsuz bir resmin yarım olacağını tüm kesimlerin kanıksaması halinde toplumsal barış sağlanmış demektir.

Heterojen yapıdaki az gelişmiş toplumlarda fay hatları en ufak bir sarsıntıda kırılma eğilimindedir. Çoğunluğu elinde tutan iktidar, kimi zaman görmezden gelerek kimi zaman da tamamen yok sayarak hükümranlığını devam ettirme yolunda hareket etmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde etnik, dini, ideoloji bir takım değerler kullanılarak çatışmalara bunun neticesinde ölümlere hatta katliamlara varacak ölçüde mücadeleler yaşanmıştır. Türkiye gibi farklı kültürlerin, etnisitelerin bir arada yaşadığı toplumların kırılgan yapısı her dönem kullanılmıştır. 

İktidar sahipleri iç içe geçmiş olan ve bir arada yaşamak zorunda kalan halk kitlesini ayrıştırma adına, geçmişten gelen çatışma argümanlarını sürekli ısıtarak sofraya getirmektedir. Bu şekilde barışçıl bir ortamın oluşmasını engellemektedir. Z kuşağının nötr kalabilmesini sağlamak bu açıdan önemlidir. Böylece her tarafı dinleyebilmenin, eşit mesafede durup değerlendirme yapabilmesinin önünü açmak temel görev olmalıdır.

Toplumlar genç nesiller aracılığıyla gelişim ve değişim sürecini olumlu veya olumsuz anlamda yaşamaktadır. Yeni nesillerin günümüz dünyasının gelişmiş düşünce anlayışını ileri boyutlarda yaşayan toplumları takip etmesi çok önemlidir. Gelişim geçmişe tamamen bağlı kalmaktan ziyade çağın gerektirdiği yaşam felsefesini yakalamakla alakalıdır.

Bir arada yaşamak zorunda olan halklar, tarihi hataların ve onların bıraktığı acıların gölgesinden kurtulup yeni nesil bir değerlendirme yapması elzemdir. Objektif bir tutum geliştirmenin temeli ise ön yargılardan arınıp nötr kalmaktır. Anlayabilmenin özü dinlemekten geçmektedir. Sadece kendine yakın olanı dinlemek ise samimiyetsiz olmanın göstergesidir.

Çıkar odaklı iktidarların en korktuğu insan tiplemesi de bu tarz düşünceye sahip olanlardır. Sadece iktidarın istediği gibi düşünmek sorgusuz sualsiz taraf olmak farklı olanı düşman görme kolaycılığı o toplum için güven duygusunun yok olmasına korku ikliminin hâkim olmasına katkı sunacaktır. Nötr olabilmek etkili ölçme ve değerlendirmenin ilk adımıdır ve Z kuşağının bu adımı atması an meselesidir.

MESUT AKÇA