Yaşadığımız toplumda zamana hatta yapay zeka teknolojisine inat; bilim, kültür, eğitim, demokrasi ve insan hakları bağlamında geriye gidiş söz konusudur. Bunu durdurabilecek irade ise yetişmiş bir eğitim ordusuyla mümkündür.
Yıllarca eğitim üzerinde uygulanan bilim
dışı politikalar sayesinde yozlaşma hız kesmeden devam etmektedir. Bu
yozlaşmadan nasibini alan en önemli meslek ise tabiî ki öğretmenliktir. Bir
ulusu uzun vadede özgürleştirmek veya köleleştirmek isteniyorsa eğitimden ve
onun en önemli ayağı olan öğretmenlerden başlanır. Ülkemizde geldiğimiz son
nokta, toplum gözünde “Alt tarafı bir öğretmen değil mi!” algısıdır.
Öğretmenler olarak altta kaldığımızı,
hatta ezildiğimizi görmemekte ısrar etmemiz vahim bir tablodur. “Alt
tarafı öğretmen” derken neleri kaybettiğimizin farkında olmamız
gerekmiyor mu? Bu kadarla da kalmayıp popülist söylemlerin oyuncağı olma
basitliğine kadar düşürülsek de kralın çıplak olduğunu söyleme cesaretinden de
yoksun bırakıldığımız kesindir.
Her yıl ‘Öğretmenler Günü’nde zeytinyağı
dökülüp parlatılan bu mesleğin gerçeklerini su yüzüne çıkaramadığımızı da
biliyoruz. Kutsiyet ifadeleri ile süslenip püslenen öğretmenliğin adı değişmese
de “yeni nesil bakıcı” hissine dönüşmüştür. Bu durumlara
düşmekten maalesef bilimden, çağdaşlıktan, ilkelerinden uzaklaşan öğretmenlerin
etkisi olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Öğretmen, çıkar odaklı bir anlayıştan
uzak, gericilikle, cahillikle mücadele edebilen bir savaşçı durumundan;
toplumun sıradan, değersiz, bilim dışı işleyen sistemine biat eden hatta onu
savunan ve ona tüm gücüyle hizmet etmekten de gocunmayan eğitimli bir köle
pozisyonuna gelmiştir.
Süreç dâhilinde iktidarların toplumun
aydınlık yüzü olan eğitimcileri bölme, ayrıştırma politikasına dâhil ettiği
açıktır. Evrensel değerlerden koparak yerel, gelenekçi, inanç merkezli
anlayışları benimsetmek gibi bir hedefi olduğu, sistemin işleyişinde
ortaya çıkmaktadır. Bunları da aydınlanmanın, çağdaşlığın, medeniyetin ve
bilimin önüne koyarak yapmaya çalışması ilerleme adına geldiğimiz seviyeden
anlaşılmaktadır.
Oysa öğretmen, ileri yönde değişimin ve
dönüşümün öncüsü olmak zorundadır. Bunun da insan haklarını ve demokrasiyi
içselleştirmesiyle mümkün olacağını bilmesi gerekmektedir. Bir dönem
sarsılmaz ilkeleri ve prensipleri barındıran bu mesleğin yüzyılları bulan
pedagojik tecrübelerinden dahi uzaklaşmış olduğunu görmek son derece üzücüdür.
Bu bağlamda her öğretmen, bireysel
anlamda, iradesini özgür kılma mücadelesini vermelidir. Bunun yolunun okumak,
araştırmak ve sorgulamak olduğunu bilmek kadar yaşamak da önemlidir. Bu
farkındalığı yediden yetmişe sirayet ettirecek olan da yine kendisi olmalıdır.
Eğitim sistemindeki çürümenin temelinde
kimin nasıl ve ne kadar rol aldığının gözümüzde canlanması önemlidir. Çağımızda
iletişimin son derece ileri boyutta olduğu, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı bu
dönemde, istenilen boyutlarla atılım yapılmak şöyle dursun neden karamsar bir
tabloyla karşı karşıya olduğumuz sorgulanmalıdır.
Öğretmenler odasından ışık yükselmiyor
artık. Öğrencilerin neredeyse tamamı, ilkokuldan üniversitelere kadar umutsuz
ve hayalsiz. Veliler çocuklarının karınlarını doyurabildiğine ihtiyaçlarını
yarım yamalak giderebilmek derdiyle meşgul ve çaresiz. Tüm bunların
görmezden gelindiğini biliyoruz aslında. Yokmuş gibi, davranma yetimiz o kadar
gelişti ki gerçeklerden usulca uzaklaşıyoruz. Oysa kaygılanmamız
gereken sadece kendi çocuğumuz değil; bu ülkenin nice zeki, çalışkan, yetenekli
çocuklarını kaybedecek olmamızdır.
Gücünün farkında olmayan sisteminin en
kalabalık memur kesimini oluşturan öğretmenlerin, ilkesel tutumundaki gevşeme,
niteliksel yapısındaki yozlaşmayla birlikte katlanarak devam etmektedir.
Öğretmenlerin mesleki dezenformasyonun bu seviyelere kadar ulaşmasındaki tüm
sorumluluğu, eğitimin diğer paydaşlarına yüklemek kolaycılığına da kaçmaması
gerekiyor. Aydınlanma yolundaki tüm öğretmenlerin, evrensel ilkelerle, gücünün
ve düşünsel yetisinin farkındalığıyla hareket etmesi durumunda
iktidarların, velilerin, öğrencilerin yanlış adım atmasını, toplumun geriye
gitmesini engelleyecektir.
Gücünü akıl ve bilimden alması gereken,
problemlere yaklaşmada, onları tespit etmede ve çözüm bulmada uzman kabul
edilen bu yapının, sorunların bir parçası haline gelip, sorunu yaratanlarla
birlikte hareket eder hale gelmesi yadırganması gerekirken bir durumdur. Bunun
kimi öğretmenlerce normalleştirilmesi ve ileri derecede desteklenmesi belki de
bilimsel olarak araştırma konusu olmalıdır.
"Alet olmak" deyimi pek çok
yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu deyim,
"bilerek ve isteyerek bir çıkar karşılığında desteklemek veya
bilmeyerek aracılık etmek" anlamındadır. Bu deyimi öğretmenler için
"bilmeyerek kötü bir işte aracılık etmek" anlamıyla kullanmak son
derece vahim bir durumda olduğumuzun göstergesi diyebiliriz. Yanlış söylem ve
politikalara alet olmak kadar sessiz kalmak da yanlışta ısrar etmeyi
tetiklemektedir.
Bilerek veya bilmeyerek geçiştirme
mantığıyla hareket etmek, iradesini zayıf gösteren davranışlar sergilemek,
bilim dışı, pedagojiye aykırı kaynak ve uygulamalara duyarsız kalmak, sadece
maaş ve ek derslere odaklanarak günü kurtarma odaklı hareket etmek, tam da
gerici anlayışların ekmeğine yağ sürmektir. Gelişmiş
toplumlarda gündelik yaşamda karşılığı olmayan,
devinimini tamamlamış tutum, davranış ve alışkanlıklara ısrarla bağlanmak
tabanda normalleştirme çabasından ibarettir.
Bilimden, çağdaşlıktan, demokrasiden
uzaklaşma çabası içine girmek; ayrıca toplumu da bu şekilde yönlendirmek ve
yetiştirmek; buna dair söylemler ve algı operasyonları yapmak planlı, programlı
bir çalışmanın ürünüdür. Diğer bir anlamda halkı uyutmaya, zihinleri karanlığa
boğarak aydınlanmanın önü kesilmeye çalışılmaktadır. Çünkü aydınlanan toplumun
her zaman gerçekleri göreceğinden korkulmaktadır. Bunu yapacak olan nitelikli
öğretmenlerin ötekileştirilmesi, mülakat gibi yol ve yöntemlerle
yetkisizleştirilmesi sağlanmaktadır.
Temel hak ve özgürlükler bağlamından çevre
bilincinden, demokratik yönetim anlayışından, bilimden ve
bilimsellikten yana tavır geliştirmesi gereken bir meslek örgütünün, bugün
geldiği durum ve geliştirdiği tutumun adına yakışmadığı yadsınamaz. Her ne
kadar istemesek de yaşananlar “alt tarafı bir öğretmen” algısının
yaygınlaşmasına katkı sunmuş ve sunmaya devam etmektedir.
Öğretmenlerdeki “bananecilik” tavrının etkisiyle
temel ilke ve prensiplerden kopuş, mesleğe bulaşmış virüs misali yayılmıştır.
Bu aynı zamanda bir meslek örgütünden çıkarak bir halkı dolayısıyla da ülkeyi
felakete sürüklemenin de adımı olmaktadır. Sıradanlaşmanın adımları
bununla başlayıp konuşma ve beden diline kadar sirayet etmektedir. İletişimin
en etkili aracı olan dili kullanma becerisi, yakışıksız, kaba söylemlerle
desteklenip toplumda iç içe olmak adına, yersiz bir tarza dönüşmüştür.
Özellikle taşrada görev yapanların
karşılaştığı vahim ve yaygın bir tablo da doğal olmanın, içten, samimi
görünmenin yolunu yerel ağızla, kaba söylemlerle ve beklentilerin altındaki
davranış biçimlerinden geçtiğini zannetme yanlışına düşen eğitimcilerimizle de
karşılaşmaktayız. Eğitimcilerimizden azımsanmayacak bir çoğunluğun halktan
olmak, öyle görünmeyi içselleştirmek adına, onun aksanıyla konuşmayı
artı değer olarak düşünüp samimiyetin bir parçası olarak algılanmayı, kazanım
olarak değerlendirmektedir. Aslında bu durum öğretmenlik mesleğinin eğitimli
olma vasfını kaybettiğini, yeterince önemsemediğini, öğretmenin bunun dahi
farkına varamayacak durumlara düştüğünü göstermektedir.
Eğitimli olmanın ayrıcalığı ve gereği
kabul edilen tutum ve davranışlardan uzaklaşmak, aynı zamanda mesleğin
itibarının da düşmesi anlamına gelmektedir. Eğitimin en temel ve etkin
yürütücüsü olan öğretmenlerin -varsa tabii ki- entelektüel birikiminin
bulunduğu her ortama yansıması veya yansıtılması elzemdir. Entelektüel birikime
sahip olma ve öyle yaşama anlayışından kopuk olmak, toplumla içli
dışlı olmaktan uzak ve eş değer görülmesi, öğrenilmiş çaresizlikten öte bir
durum değildir.
Medeni düşünme ve bunu yaşam tarzı haline
getirmek aynı zamanda bilimin, teknolojinin ve çağın gereğidir. İlerleme;
değişim ve dönüşümün önünü açacak olan toplumsal yapının öncüsü kabul edilen
öğretmenlerden başlamalıdır. Onların zihinsel ve fikirsel özgürlüğe sahip
olması, içselleştirmesi o yönde öğrenci yetiştirmeyi de beraberinde
getirecektir.
Bunun karşısında, kimi iktidarların kendi
gibi düşünen ve kendi zihniyetlerine hizmet edecek bağlı ve bağımlı bireyler
yetiştirme çabasına şahit olmaktayız. Buna öğretmenlik gibi kutsal değerlerin
öncüsü kabul edilen toplumun en ilkeli, prensipli, çağdaş, ilerici olması
gereken öğretmenlerin aracılık yapması üzücüdür. Daha üzücü olan ise bu mesleği
yürütenlerin bu durumu kabul edip, ısrarla savunmasıdır. Bundan sonraki
süreçlerde ise karşılaşılan tablo ve söylem tanıdık olacaktır. “Alt
tarafı bir öğretmen değil mi?”
Öğretmenlik mesleğinin ilkesel temel
taşları yerinden çıkarıldıkça sarsılmaya başlamıştır. Mesleğin yerine göre
maddi kayıpları olsa da mesleki hassasiyetini en önemlisi de toplum gözünde
itibarının kaybolması yetiştirilecek genç nesillere nasıl yansıyacağı iyi
hesaplanmalıdır. Bir devletin devamlılığı, ilerlemesi, gelişmesi oraya yaşayan
bireylerin iyi yetiştirilmesiyle mümkün olacağı su götürmez bir gerçektir.
Türkiye’deki sosyolojik alt yapı
meslekleri aldıkları maaşlara göre kategorize edip o oranda
itibarlaştırmaktadır. Eğitim ordusunun ayrıştırılıp itibarsızlaştırma sürecine
devleti yönetenlerin de ciddi oranda katkı sağladığı açıktır. Çeşitli adlar adı
altında öğretmenlik modelleri çıkarmakta, aynı işe farklı ücretler vererek
zaten geçinemeyen eğitimcilerinin durumunu daha da zorlaştırmaktadır.“İtibarın
maaşın kadardır.” söylemi her ne kadar dile getirilmese de bizzat
yaşanmaktadır. Bu şekilde öğretmenin umudu, hayalleri, planları yok
edilmiştir.
“Alt tarafı bir öğretmen” söylemine bir
destek de ücretli öğretmenlerin asgari ücretin çok çok altında maaş
alması, buna mecbur bırakılmasıdır. Peki, bu konuda öğretmen örgütlerinin
tepkisel anlamda yetkin bir karşılığı olmuş mudur? Maalesef gücünün farkında
olmayan bu örgütlerin önemli bir kısmı, çıkar odaklı hareket ederek gereği
kadar tepki vermemektedir. Çoğumuz bu şekilde meslektaşlarımızın sömürülmesini
izleyip hayatımıza devam ediyoruz.
Öğretmenler zihinlerini iradelerini
iktidarların gerici politikalarına teslim ettiği sürece “alt tarafa bir
öğretmen” olarak kalmaya devam edecektir. Sorgulamayan, “bana dokunmayan bir
yılan bin yıl yaşasın” havasında olanlar sadece öğretmencilik oynadığının
farkında dahi olmayacaktır. Toplumun aydınlık yüzü olması gereken bir
meslek örgütünün çoğu meslek grubunun altında olması veya ezilmesi gayet normal
karşılanan bir durum haline gelmiştir. Maalesef öğretmenlerimiz bu durumdan
rahatsız olmadığı gibi bunda kendi rolünün olup olmadığını sorgulama
becerisinden bile uzak kalmıştır.
İlkesizlik ve sessizlik bilimsellikten
uzak, sapkın ideolojik saplantıların sardığı bir düzende korku ikliminin
bezirgânlarına hizmet etmek, onlarla da birlikte hareket etmek değil midir?
Bunun ortaya çıkardığı sonuçları görmemek mümkün müdür? Bu pencerenin
neresinden bakarsak bakalım öğrencilerin, velilerin, iktidarın gözünde bir
hükmümüzün kalmadığını açıktır. Kendi havamızda, kendi yağımızda, kendi
kazanımızda kaynıyor ve kaynattırılmaya devam ediliyoruz.
Kronikleşmiş bir tutum gelişmiştir artık.
Tanı konmuştur. Öğrenilmiş çaresizlik içerisindesin. Öğretmen olarak mevcut
düzende sistemin uygun gördüğünü yapmak ve yaşatmak
zorundasın. Çünkü sen yoksun, iradeni ortaya koyamazsın,
dayatmalara, liyakatsizliğe boyun eğmelisin. Köleleşmenin gereği olan hemen her
şeye dönüşme eğilimi yayılmıştır bedenine. Varlığının kendinle, öğretmenlikle veya
bir meslek örgütüyle de bir ilgisi kalmamıştır. Emredilen, korkan bir robot
olmaktan öteye geçmiyorsun. Kumandayla idare edilebiliyorsun. O kimin elindeyse
ona hizmet edeceğin de bellidir.
Konfüçyüs'ün “Ya bir yol bul ya da
bir yol aç ya da yoldan çekil.” sözünü içselleştirmemiz gereken bir
harita olarak görmek gerekir. Öğretmen rehberdir, ufuk açar, sorar, sorgular
derken, kendi yolunu bulma noktasında bile aciz kaldığını bilmek, yaşamak
mesleğin adına yapılan en büyük haksızlıktır diyebiliriz.
Kendi yolunu dahi bulmakta zorlanan
evrensel boyutlarda düşünme anlayışından uzak, araştırma, inceleme ve sorgulama
becerisinden yoksun kalan bir yapının, yeni nesillerin yolunu aydınlatacağı da
düşünülemez. Şu zamanda yapılanlar tamamen bu değil mi? Kimin yolunu açabiliyoruz,
kimin hayatına olumlu anlamda dokunabiliyoruz.
Bir bakıyoruz günü kurtarmanın derdi ile
akşam oluyor. Mesleğin idealist ayağı kansere yakalanıp yerle yeksan olduğu
çağımızda, sarıldığımız kutsal değerlerin de içi boşalmış. Samimi bir karşılığı
yoktur artık. Aydınlığa giden yolda adım atmak için kaldırımlar döşeyip asfalt
dökmüyoruz. Kabuğumuza çekilip her şey normalmiş gibi davranmak sığındığımız
cankurtaranımız olmuştur. Bilim değildir önceliğimiz. Atadan dededen gelen yol
ve yöntemlerimiz var artık; koca karı tavır ve davranışlarımızla, örflerimiz, geleneklerimiz,
kutsallarımız, inancımız var. Kimsede olmayan eğitim sistemine entegre
ettiğimiz yerli ve milli modelimizle yol alıyoruz.
Evrensel değerleri özümsemekten
uzaklaşmış, mesleki etikten bihaber, kendi gücünün farkında olmayan bireyler
tarafından yürütülen öğretmelikten, gelecek için umutlanmak iyimser bir
beklentidir. İçinde bulunduğumuz durumu en çok etkileyen de budur. Öğretmen
kendi yoluna kendi örüyor duvarlarını.
Bir yerden sonra her şey istemekle
başlıyor. Sonraki adım kendini tanımaktan sonrasında da mesleğinin gereğini
özümsemekten geçiyor. Belki de temel soru şudur: “Alt tarafı bir öğretmen
kalmak istiyor musun, istemiyor musun?”

1 Yorumlar
Bu algıyı yıkmak için , gerçek öğretmenlerin artması lazım. Düşüncelerine ,umut diyerek katılıyorum.
YanıtlaSil