Yeni işe girmiş ve hak arama eylemine ilk defa giden bir işçi yanındaki diğer işçiyi dinlemeye başlamış. İşçi nefesi yettiğince bağırıyordu. “Geçinecek ücret istiyoruz. Tatil istiyoruz. Ev almak istiyoruz. Araba almak istiyoruz. Çocuklarımız iyi ve kaliteli okullarda okusun istiyoruz. Nitelikli sağlık hizmeti istiyoruz. Eşitlik ve adalet istiyoruz.” Onun hiç bağırmadığı fark eden arkadaşı kaşlarını çatıp sormuş: “Sen neden bağırmıyorsun?” O da istifini hiç bozmadan: “Neden bağırayım ki! Bu istediklerin zaten bizim hakkımız olanlar değil mi?”
Her şey, iyi bir gözlem yapmakla başlar. En
yakınımızdan başlayarak çevreyi, insanları, ilişkileri, davranışları, olayları
gözleriz. Bunlarla da kalmayız evrenimizi genişletme ihtiyacı hisseden olursa
farklı bölgeler, farklı ülkeler ve farklı toplumları da izler. Ayrıca bir ülkenin,
sosyal ve ekonomik durumunu, yaşam biçimlerini, refah düzeylerini de merak
eder.
Netice de bir karşılaştırma yapılır ve ortaya bir
sonuç çıkar. Bu sonuçlar bizim bulunduğumuz konumu belirlememize yardım
edecektir. Bu durum normal diyebileceğimiz bireyler için geçerlidir tabii.
Teknoloji aracılığıyla iletişim çağının zirvelerinde olmamız bu süreci daha
hızlı görmemizi sağladığı açıktır.
Gördüğümüz noktada bilgi, tecrübe ve alışkanlıklar
doğrultusunda karar aşamasına geliriz. Hakkın olanı istemek; hakkın olanı
verilen kadarıyla yetinmek; hakkın olduğunu düşünmemek de var tabii. Bu da yetinme güdüsünün iktidarca ve inançla desteklendiği
ve dayattığı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hak aramadaki tutumumuz kendimize verdiğimiz değerle de orantılıdır aslında. Mücadele alanını ve azmini de bu belirlemektedir. Neyi ne kadar hak ediyorsun? Senin değerini belirleyenler kimler veya neler? Sana verilen değer karşısındaki tutumun aynı zamanda ideolojinle, dünyaya ve hayata bakış açınla, yaşam biçiminle de bağlantılıdır diyebiliriz.
Bazı soru işaretleri bizi bir nebze olsun düşünmeye
ve sorgulamaya sevk edecektir. Hak aramak bir sorun mu, yoksa ihtiyaç mıdır?
Verilenlerle yetinmek biat anlayışının kutsallaştırılması değil midir? Hakkın
olup olmadığı kararını vermek kimin işi peki? Yoksa bu sadece yönetenler ve
sermaye sahiplerinin verebileceği bir karar mı? Bu konuda senin düşüncelerin ne
kadar önemsenmekte? Peki, kazanılan en
temel haklar dahi altın tepside mücadelesiz sunulmuş mudur?
İktidar için emekçilerin çapulcu, bölücü, anarşist
ve terörist olarak nitelendirmenin en kestirme yollarından biri onların hak
arayışını sokaklarda yani alanlarda sürdürmesidir. İtiraz mercilerinin
sorumluluk almaması, duyarsız kalması neticesinde demokratik toplumlarda sokağa
çıkılması normalken geri kalmış demokrasilerde bu arayış yöntem dahi kabul edilmemektedir.
Karşılarına sürekli güvenlik görevlilerini çıkaran
iktidar verdiği acımasız emir ve talimatlar neticesinde biber gazıyla başlayıp
şiddetin her türlüsü hak arayanlar üzerinde uygulamaktadır. Bununla da
yetinmeyen iktidar, ötekileştirici bir dil kullanarak yandaşlar tarafından bu
kesimleri linç etme seviyesine kadar taşıyabilmektedir. Bunu kutsal bir görev
olarak niteleyen gözü dönmüş, zırcahil bir grup her zaman ellerinin altında
hazır bulunmaktadır.
Hak arama yol ve yöntemler de çeşitli sınırlamalar dâhilinde
şekillenmektedir. Çağımızda bu alan çeşitlenmiş olsa da korku ikliminin
gölgesinde duranlar her zaman güvercin tedirginliği içerisindelerdir. Mücadele
alanı olarak seçimi beklemek anlayışında olmak da bir tercih olarak
görülebilir. Değişimi sadece bununla yapılabileceğini düşünmek saflıktan başka
bir şey değildir.
Bu çerçevede gerek meclis gündeminde, gerekse sosyal hayat içerisinde ekonomik, ekolojik,
etnik, dini, eğitim, sağlık, hukuk,
sosyal güvenlik, iç ve dış işlerinde nice kanun ve yönetmelikler çıkacaktır. Bu
süreçte hukuk ve insanlık dışı çoğu uygulamalar, buna mukabil, şahsi menfaatlerini düşünerek
hareket eden nice yönetici ve siyasetçiler de türeyecektir.
Nasılsa yetkililer gereğini yapıyor veya yapacak,
demek olanları görmezden gelmek ve önemsememekle eşdeğerdir. Bu ucuz insan
davranışı duyarsız kalmanın en masumane göstergelerinden biridir. Sadece eş,
dost ve arkadaş ortamlarında şikâyetleşip, oflamanın bir karşılığı da yoktur. Kurumsal
anlamda gerek meslek örgütleriyle, gerekse çağdaş ve sosyal duyarlılık gösteren
sivil toplum örgütleriyle ortaklaşarak mücadele alanını güçlendirmek esastır.
Bunlarla hareket etme zorunluluğu da yoktur günümüzde. Birey ilgi alanı ve yetenekleri doğrultusunda
da destek verebilmektedir. Önemli olan ne istediğini bilmektir. Müzik alanıyla
ilgili birey o alanı kullanarak katkı sunabilir. Ressamı, şairi, yazarı,
sinemacısı, tiyatrocusu, eğitimcisi vs. her alan buna müsaittir. Yapılan
haksızlıklara ses çıkarmayanlar kişiliklerini, insanlıklarını ve haysiyetlerini
kaybetmeye mahkûmdurlar.
Geri kalmışlığın, düşünme yetisinin törpülendiği
nokta ise yetinme duygusunun bir virüs gibi beynimizi sarmasıdır. Yetinme,
fakirin fukaranın sığınacağı bir liman olarak görülmektedir. Bir ülkede
kimlerin yetinmesi gerektiği, hatta zorunda olduğu genel olarak belirlenmiştir.
Burada güç kavramı ortaya çıkmaktadır. Siyasi güç, ekonomik güç, dini yapıların
oluşturduğu cemaat gücü ve feodal sistemin getirdiği ağalık. Bunun yanında kimi
zaman derin devlet anlayışıyla hareket eden mafyatik güçler.
Toplumun büyük çoğunluğunun bu yetinme alışkanlığı,
sonraki nesillere de aktarılmak zorundadır. Bu çaba mevcut yönetimlerin de
işini kolaylaştırmaktadır. Hele de resmi tarih söylemleri, suni kahramanlıklar,
dini anekdotlar eşliğinde yapılan telkinler, abartılı milli duruş ve halkın
emperyal güçlere karşı dirayetli duruşu, kılıç ve kalkan eşliğinde yapılan dizi
ve sinemalarla da desteklenerek sabrın selameti beklenmektedir. Bunlar ön plana
çıkarılarak halk tabanında dile gelmesi gereken hak ve adalet arayışının önüne
geçilmesi sağlanmaktadır.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, iktidarların beklentisi sinema yerine evdeki
televizyonunla yetinmelisin. Tiyatrolar konserler senin neyine… Tatile gitmek
yerine bir ağaç gölgesinde mangal yapmakla yetinmelisin. Beş yıldızlı otellerde
konaklama da ne oluyor, haddini bilmelisin! Araban veya evin olmak zorunda da
değil zaten. Toplu taşıma hizmetleri siz yetinenler için lüks bile sayılır.
Kaynaşmanız için daha ne yapılsın? Asgari ücretin bir tık üstünde maaş almanın
gururunu yaşamalısın. Halk ekmek senin
için var, her yerde kuyruk olmakla, sıra beklemekle sabretmenin kutsiyetini
hissetmelisin.
Sabredip yetinmenin artıları da yok değildir hani. Belki
TOKİ’den bir daire düşer de ömür boyu onu öder, şükredersin. Okullarda devletin
sunduğu laik, demokratik, çağdaş eğitim modeli ile alakasız müfredatıyla çocukların
yetiştirilir. Sağlık sistemimizdeki aylar sonrasına verilen randevular için
bile yetinmek de gayet normaldir. Ardı ardına safsatalarla kimi sanatçıların
konserlerinin yasaklanması dahi dokunmaz sana. Sahip olduklarınla o kadar haşir
neşir olmuşsun ki kendi yağınla kavrulup simsiyah olursun.
Cesur olmayı yanlış ve eksik olarak algılıyoruz
sanırım. Bunu sadece savaş hallerinde emperyal güçlere karşı olduğunu düşünüp
oturmakla yetiniyoruz. Oysa bu mücadele günlük hayatımızın ta kendisi olmalıdır.
Yetinmek korkaklığımızın üstünü örten muazzam bir örtü halini almıştır. Haklı
olmak bizi tatmin etmez, mutlaka geri kalanların haksız olduklarını da kanıtlamamız
gerekir, diyor William Hazlitt.
Hem yerli hem de yabancı sömürü uzmanlarıyla karşı
karşıya olduğumuzun bilinciyle seslenmek yerine uyumaya devam edenler için “YETİNİN” diyor, sizleri iktidarın ve sermayenin vicdanına
havale ediyorum.
MESUT AKÇA
0 Yorumlar