Çapulcu kelimesi; başkasının malını alan, talan eden, yağmacı ve düzene karşı gelen anlamlarında kullanılmaktadır. Buradaki en önemli soru şu: Hangi düzen?
1.Açlığın, adaletsizliğin,
sömürünün hâkim olduğu düzen mi?
2.Demokrasinin, adaletin, eşitliğin olduğu düzen mi?
Öğretmenlerimiz, Milli Mücadele yıllarından başlayarak okullarında, mahallelerinde, sokaklarında, kahvelerinde konuşmalar; yerine göre de mitingler yapmışlardır. Bununla da yetinmemişler tabii yerel ve ulusal gazetelerde yazılar, şiirler, romanlarla da emperyal güçlere karşı mücadele etmişlerdi. Cumhuriyet tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Buna istinaden dönemin işgalci güçleri ve onları destekleyenler kendilerine karşı gelen bu eğitimcileri çapulcu, asi ve hain olarak görmekten geri durmadılar.
Bir ülkenin kalkınmasında en önemli rolü oynayacak olan kesimin öğretmenler olduğunun bilincinde olan Mustafa Kemal ATATÜRK, medeni bir toplumun çağdaş bireylerin yetiştirilmesiyle mümkün olduğunu bildiği için eğitime dair birçok devrimi geciktirmeden yapmıştır.
Ankara Hükümeti, eğitimde yapılması
planlanan inkılâplardan önce çapulcu denilen öğretmenlerin de fikrini alarak onlara
büyük görevler vermiştir. Bu konularda öğretmenler de üzerine düşen sorumluluğu
fazlasıyla yerine getirmişlerdir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hem okuma
yazma oranı hem de öğretmen sayısı oldukça yetersizdi. Bu nedenle fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür öğretmenler yetiştirmek için 22 Mart 1926 tarih ve 789
sayılı “Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun” ile İlk Muallim Mektepleri ve Köy
Muallim Mektepleri açılmıştır. 1940’lı yıllarda da Köy Eğitmen Kursları
düzenlenmiştir.
Köy Muallim Mektepleri ve Köy Eğitmen
Kursları sonradan Anadolu’da önemli bir yere sahip olacak Köy Enstitülerine
temel oluşturacaktır. Öğretmene verilen değer her platformda dile getirilmiş
olup onların iyi yetişmesi adına her türlü alt yapı hazırlanmıştır. Zor
şartlarda yetişen ve görev yapan tüm öğretmenler hükümet tarafından el üstünde
tutulmuştur.
1924’te ülkemize gelen ilk yabancı
uzman eğitimci Amerikalı John Dewey’dir. Onun ileri sürdüğü görüşler içinde bence
en önemlisi: “Okulun temeli öğretmendir. Öğretmenler nasıl olursa mektepler de
öyle olur.” sözleridir.
Bir öğretmen nasıl olmalı? Neler
yapmalı? Haksızlığa, yolsuzluğa, eşitsizliğe boyun mu eğmeli? Veya haksız
yönetimlerin insafına ve karakterine göre mi hareket etmeli? Ve de buna uygun
nesiller mi yetiştirmeli?
İnayet Aydın, “Eğitim ve Öğretimde Etik”
kitabında, öğretmenlik mesleği etik ilkelerini şöyle sıralamış: “Profesyonellik,
hizmette sorumluluk, adalet, eşitlik, sağlıklı ve güvenli bir ortamın
sağlanması, yolsuzluk yapmama, dürüstlük, doğruluk ve güven, tarafsızlık,
mesleki bağlılık ve sürekli gelişme, saygı, kaynakların etkili kullanımı.”
Ahmet Cevizci de “Etiğe Giriş” kitabında
etik kavramını çok daha kapsamlı ele almış “Belli bir yaşama idealini hayata
geçirebilmek için mücadele eden, çağı ve üyesi olduğu toplumun yaşayışını
eleştiren, hatta mahkûm eden, mevcut değerler silsilesi yerine alternatif
değerleri koyan, yaşama kurallarını açık seçik tanımlayan, kısaca hayata anlam
katan ahlaki ilkeler teorisi, felsefe disiplini” şeklinde açıklamıştır.
Bir öğretmen meslek etiğini, yaşamının
bir parçası haline getirmek zorunda değil midir? Haksızlığa, adaletsizliğe,
sömürüye, yolsuzluğa karşı iyi, doğru ve adil olandan yana tavır alması gerekmiyor
mu? Bunları sağlayabilmek adına şiddet dışında her yola başvurması başta
anayasal hak ve ödevdir.
Sorumluluk alanındaki yetkili mercilerin,
yönetimlerin öğretmenlerin haklı taleplerini dikkate almayıp biat etmelerini
istemesi, aksi durumda çapulcu, sosyal medyada daha ağır bir ifadeyle terörist
ilan edilmesi öğretmene verilen değerin de bir göstergesidir.
Son süreçte yaşam koşullarının
ağırlığı karşısında ezilen, bilhassa özel eğitim çalışanları üzerinden biat
etmenin önü açılmaya çalışılmaktadır. Sömürülen buna karşın her alanda hakkını
arayan, aramak isteyen tüm öğretmenler hakkında bozguncu, yağmacı, çapulcu
nitelendirmesi kutsal atfedilen bu mesleği herkesin gözünden düşürülmesine
sebep olmaktadır. Bu çerçevede eğitim emekçilerinin taleplerinin halkın da
desteğiyle önünün kesilmesi hedeflenmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde bireylerin, mesleklerin
itibarı aldığı maaşla eş değer görülmektedir. Bir meslek grubu ne kadar
itibarsızlaşırsa o oranda beklentiler de aşağı yönlü olacaktır. Bunun hesabını
tüm eğitim çalışanlarının yapabileceğini düşünmemek saflık olur sanırım.
Mevcut düzen içerisinde bu mesleği
yapanlar arasında bile hem ücret hem de özlük hakları hususlarında uçurum
bulunmaktadır. Bunun bilinmesine ve dile getirilmesine rağmen gerekli adımları
atmayan yöneticiler asıl sorumlulardır. Asıl görev ve sorumluluk sahiplerinin
hesap vermek yerine suçlayıcı dil kullanması üzücüdür. Anayasal haklarını
kullanan öğretmenlerin şiddete maruz bırakılıp çapulcu olarak nitelendirilmesi
üzücü ve kabul edilemez bir durum olarak görülmelidir.
Öğretmenlerin en azından bir kısmının
çapulcu olma ve nitelendirme noktasına nasıl gelindi? Ülkenin her alanında
olduğu gibi plansız ve programsız yapılan uygulamalar öğretmen yetiştirme
kurumlarında da kendini göstermiştir. Nüfus artışıyla birlikte okullaşma oranı
zaten uyumlu değilken öğretmen ihtiyacıyla onları istihdam etmek arasında
eşgüdüm olması da göz ardı edilmiştir. Devlette ihtiyaç hat safhadayken bile popülist
politikalar neticesinde yüz binlerce öğretmen işsiz bırakılmış kimisi de özel
sektöre yönelmek zorunda kalmıştır.
Devlet kendi içerisinde dahi ihtiyacı
olduğu halde bir kısıtlamaya giderek ücretli öğretmen çalıştırma yoluna
gitmektedir. Güvencesiz bir formül olan bu çalışma şekli öğretmene verilen
değerin de bir göstergesi durumundadır. Bu öğretmenlerin bir ay boyunca
eksiksiz çalışması halinde dahi asgari ücret alamadığı açıktır.
İşsiz bırakılan öğretmen sayısının yüz
binleri bulmasından kaynaklı olarak iktidarlar, öğretmenliği ve öğretmenleri son
derece değersiz görmeye başlamıştır. Tarihsel süreç göz önüne alındığında
hakkı, hukuku, eşitliği, adaleti öğreten ve yaşayan bir kesimi tırpanlayarak
ikilik yaratmak kimi iktidarların arka bahçelerinde kendi yandaşlarını
oluşturma çabasından başka bir şey değildir.
Her 24 Kasımlarda pohpohlanan bu
mesleğin günümüzdeki itibarı göz boyamaktan öteye geçmemektedir. Açlık
sınırında olan, mobbinge maruz bırakılan, ezilen, sömürülen öğretmenlerin haklarını aramaya
dahi hakkının olmadığına şahit oluyoruz.
Öğretmenlik mesleğinin bu seviyeye
gerilemesinde mevcut öğretmenlerin tutum ve davranışlarının da katkısının
olduğunu maalesef görmekteyiz. Onları yalnız bırakmak mücadelelerini görmezden
gelmek, yapılan hakaretleri duymazdan gelip kabuğuna çekilmek sorumlularla
ortaklaşmak anlamına gelmektedir.
Devlet, kutsal olarak nitelenen bir meslek örgütünü şiddete maruz bırakıp ötekileştirmek, onları milletin gözünde de
değersizleştirmenin önünü açmaktadır. Hele de halkın bu duruma sessiz kalması bir
kısmının da desteklemesi söz konusuysa topyekûn geçmiş olsun, demekten başka
bir şey aklımıza gelmez sanırım.
Tüm bunlara rağmen sömürüye karşı
çıkmanın adıysa çapulculuk, yetinmemenin adıysa çapulculuk, hak hukuk, eşitlik
feryadının adıysa çapulculuk, açlığa,
yoksulluğa güvencesiz çalışmaya karşı durmaksa çapulculuk; evet, ben de çapulcuyum.
Bu kapsamda çapulcu öğretmen olmayanlara, hakkını aramayan, ezilmeyi göze alan
ve bunun farkında olmayan öğretmenlere üzülmek gerekir aslında. Onların
kulağına Fakir Baykurt’un şu sözleri küpe olsun diyorum.
“Öğretmen
yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.”
MESUT AKÇA

0 Yorumlar