Kuşlar, doğanın en neşeli ve büyüleyici
yaratıkları… Sabahları onların cıvıltılarıyla uyanmanın insana verdiği huzuru ve enerjiyi tarif etmek zor. Ne de olsa kuşlar, sadece sesleriyle değil, sembolik
anlamlarıyla da bize pek çok şey anlatır. Bazı kuşlar özgürlüğü, sınırsız gökyüzünü hatırlatırken; bazıları ise insanlığın tarihten bugüne yaratmayı bırakmadığı "esaret" duygusunun bir yansımasıdır. Özellikle renkli tüyleri ve insanı kendine hayran
bırakan zekâlarıyla bilinen papağanlar, bu konuda önemli bir örnektir. İlgi çekici görünümleri, taklit yetenekleri ve kendine has tavırları onları adeta kuş dünyasının yıldızları haline getirir. Ancak bazen onları hayata dair daha derin derslerle ilişkilendirmek de mümkündür.
Papağanlar, yaşadıkları ve gördüklerini uygulama kapasiteleriyle aslında
çok şey öğretir. Fakat tarih boyunca bireylerin sorgulamaksızın itaat
etmesini teşvik eden sistemler, papağanlardan öğrenilmesi
gereken bu "yaparak öğrenme"
yaklaşımını ne kadar dikkate almış olabilir? Tam da bu sorunun üzerine
düşünürken "papağanlaşma" metaforu, bireysel sorgulamanın önüne geçen sistemlerin bir eleştirisi haline gelir.
Yaşamlarımızın farklı alanlarında, özellikle eğitimde, “papağanlaşma”nın derin izlerine rastlamak mümkün. Sorgulamadan
ezberlemeyi teşvik eden bir düzende, özgür düşünmeye cesaret eden insanların sesi sıklıkla bastırılır. Bunu bazen sansürle, bazen korku iklimiyle ama çoğu zaman da sistematik baskılarla görmek mümkün. Tarihin farklı dönemlerinde olduğu gibi bugün de bu anlayışın mirasına tanıklık ediyoruz: Eleştirel düşünmeyi dışlayan ve bireyleri düşünmeyen kalabalıklara dönüştürmeye çalışan eğitim modelleri… “Papağan Modeli Eğitim” diye adlandırılabilecek bu anlayış, vatandaşları sözde uyum içinde tutma çabasından doğuyor. Felsefe gibi düşünmeye teşvik eden disiplinlerin daraltılması da bu süreçle pekâlâ örtüşüyor.
Bu modelin temel prensibi oldukça basit: Birey soru sormaz ya da yalnızca sistemin izin verdiği çerçevede sorgular.
Böylece düşünmek gibi karmaşık ve belirsizlik içeren süreçlerden tamamen uzak tutulur. Oysa düşünmek zahmetlidir; içsel çelişkilere yol
açar, huzursuz eder. İşte tam da bu yüzden sistemler bireylerin
kendi yollarını aramasını istemez, çünkü bir kez harekete geçen zihni durdurmak neredeyse imkânsızdır. Bunun yerine, sistemi kontrol altında tutmak için bireyi başladığı noktada "dondurmak" hedeflenir. Sorular sormadan, bin yıllık nakaratların tekrarlandığı bir döngünün parçası olmaya devam etmek istenir.
Bugün gazetecilikte bile benzer bir tabloya rastlamıyor muyuz? Soruların önceden hazırlanıp onaylandığı basın toplantıları
bunun çarpıcı bir örneği değil mi? Eleştirel seslere tahammül edemeyen bir yapıdan ne kadar dönüşüm beklenebilir? Oysa
felsefe gibi alanlar tam da bunu sorgular: Neden
her şey olduğu gibi kabul edilmeli? Düşünmek rahatsızlık verir, evet; ancak bu
rahatsızlık
özgürleşmenin temelidir. Çünkü bir soru sormak demek, yeni bir yolculuğa çıkmak demektir.
Papağanlaşma dediğimiz süreçte ise bu yolculuk daha başlamadan susturulur. İnsan sesi yerini aynı dili konuşan papağan seslerine bırakır. Bu homojenleşmiş ortamda bireysel ve toplumsal evrim
yavaşça durgunlaşır. Tehlike tam da buradan doğar. Bir düşüncenin akla gelmesi değişim
için yeterlidir, çünkü verilen her cevap, yeni
soruların filizlenmesine yol açar. İşte bu yüzden, felsefeyle beslenmiş zihinler değişime, gelişime ve dönüşüme açık yapıya sahiptir. Felsefe, düşünmenin eksiksiz ve
tutarlı bir yolunu keşfetmeye çalışır. Ancak bu arayış, beklenmedik
sürprizlerle karşılaşmayı da beraberinde getirir. Bu durum,
öğrenme tutkusunu daha da
körükler.
Ne var ki, papağanlara
ne öğretmek istersen, sadece onu verirsin. Yüzyıllardır
süregelen inançları,
değerleri, fikirleri,
ideolojileri ve yaklaşımları birebir muhafaza etmeye çalışmak, doğanın özüne aykırı olmasına rağmen, buna direnmek çıkar odaklarının toplumları sömürmek ve köleleştirmek için kullandığı bir taktiktir. Ezbercilik, bu sistemin en
temel ve vazgeçilmez öğretim yöntemidir. Karşına çıkan her şeyi
ezberlemekle yükümlüsündür; cevaplar ise çoktan önceden belirlenmiştir. Aslında alkışlar sana değil, yalnızca aynı şeyleri daha güzel tekrar
edebilme yeteneğinedir.
MESUT AKÇA

0 Yorumlar