Etik; bilimin, ahlakın
ve adaletin ortak yapılanmasıyla ortaya çıkar. Bu kavram yaşama dair yapılacak
her türlü iş ve işlemin harcında bulunması zorunlu bir ilkedir. Herkesin bu
kavram etrafında adım attığını düşünmek, öyle olacağını varsaymak ütopik yani hayali
bir beklentiden öteye gitmemektir. Köklü çözüm adına izlenecek yol ve
yöntemler, bilim ve etik esas alınmadığı sürece ağrı kesici
mahiyetindedir.
Etik aynı zamanda saygınlıktır. Bu ilke siyasetin
literatüründe baş rolde olmasına rağmen midenin beyne, dolayısıyla akla
hükmetmesiyle anlamını yitirmiştir. Doymak midenin beyne gönderdiği sinyaller
neticesinde yemeye dur demenin karşılığıdır. Doyma hissi uyanmayan
politikacıların, sermaye odaklarının, pastadan habire pay alanların etik
anlayışıyla da bağı kalmamıştır. Bundan öte kimin elinin kimin cebinde
olduğunun önemi yoktur. Herkes; gemisini kurtaran kaptan misali,
bitmeyen kaos ortamında kendine Müslüman olup Cennet’in anahtarını bulma
çabasına girecektir.
Halkın niteliksiz,
ilkesiz, sözde eğitilmiş ve amatör politikacılardan gördüğü, öğrendiği söz ve
davranış bütünlüğü neticesinde hayatına yön vermesi şaşılacak bir durum
değildir. Görev ve sorumluluklardan sıyrılabilme becerisi insanın yer aldığı
her alana sirayet etmektedir. Normal vatandaş bağlamında etik dışı görev
anlayışının cezasız kaldığını görmek kendisine de bu hakkın doğduğu izlenimini
uyandırmıştır. Vatandaşın kendi yaşam alanı içerisinde benzer davranışlar
sergilemekten imtina etmediğini görüyoruz. Bundan dönüşün de kolay olmadığını
yaparak, yaşayarak öğrenmiş bulunmaktayız.
Torpili, liyakatsizliği,
vergi kaçırmayı, yasa dışı hemen her şeyi görmezden gelmenin normal olduğu bir
döngü birbirini sarmalayarak devam etmeye başladı mı açlık hissi de hiçbir
zaman bitmeyecektir. Böylece saf olmanın veya öyle görünmenin verdiği cesaretle
adım atan siyasiler, etik dışı adımlarını daha cesur atacaklardır. Susmak
kabullenmektir. Sustukça sıranın sana gelmesi kaçınılmazdır. Her şey çok güzel
olacak derken; sarı öküzün yanında tüm sürüyü kaybetmenin eşiğine gelmiş
olacağız. Burada ilkesel bir duruş sergilemenin eksikliğini, hemen her
iktidarın çıkarı adına kullanması kaçınılmazdır. Bu noktadan sonra insanın
artık doyacağını düşünme saflığından vazgeçmesi gerekiyor. Doyumsuzluk bir
hastalık halini almıştır. Göz kararmış, vicdan körelmiştir. Böylece hep daha
fazlası arzulanır olacaktır.
İlkesel tutum ve
davranışlar, dürüstlük, çalışkanlık, uzmanlık ve emek odaklı her
çalışmanın başarı getirmediğine olan inanç yaygınlaştıkça umut ve
hayallerin yerini karamsarlık alacaktır. Kazanmanın adını etik dışı davranmak
olan ahlaksızlık alacaktır. Bu tutum alkışlanır hale geldiğinde dönüşü olmayan
bir yola girilmiş demektir. İşte o zaman bir Süpermen arayışına
girer insanlık. Bir kurtarıcıya umut bağlayarak üzerindeki mücadele
sorumluluğunu ortadan kaldırmanın adını koyar.
İyi güzel de bu işler
böyle olmuyor işte, dediğinizi biliyorum. Yine kanıksanmış, değişmesi imkânsız
olan tanrı buyruğu gibi kemikleşmiş bir durumdan şikâyet ediyoruz. Bunun
değişmesi bağlamında gökten zembille inecek bir kahramanın yolunu gözlemek ne
kadar samimidir. İnanmak, doğrulardan taviz vermemek gerekirken, kronikleşmiş
hastalığımız olan böyle gelmiş böyle gider, rüzgârına kapılmak bizi
sorumluluktan kurtarmaz. Bizim gelecek nesillere aynı zamanda yaşadığımız
gezegene karşı da bir sorumluluğumuz vardır. Zeki olduğunu düşünen tüm
bireylerin verilecek mücadelede adım atması şarttır. Üstat Aziz Nesin’in dediği
gibi: “İnsan yalnızca söylediklerinden
değil, sustuklarından da sorumludur.”
Dünya’ya bir daha
gelemeyeceğimizden hareketle sadece bakmakla yetinip görmediğimiz şeylerden de
sorumluyuz. Bilgi birikimimiz ayrıca aldığımız eğitimleri göz önüne
aldığımızda, temel bazı ilkelere sahip olup onları dile getirmekle yükümlüyüz.
Senin görmemen ve yahut görüp de görmezden gelme lüksün karakterinin
zayıflığına, midenin beynine hükmettiğine işarettir. Şahsi beklentilerimiz,
ihtirasımız, korkularımız neticesinde sessiz çoğunluğu oluşturanların
içerisinde aptal görünmesek de öyle olduğumuz gerçeğini değiştirmeyecektir.
Uyanmak farkına varmaktır. Ne istediğini bilmek yetmez; aynı zamanda harekete
geçmek önemlidir. Uyku mahmurluğu çoğu zaman bilerek
isteyerek yaptığımız sıyrılabilme halidir oysa. Şuurlu olma halinden
uzaklaştığını masumene bir role bürünmek yani kaçmak için kurduğun bir
tezgâhtan ibarettir. Düşünebilen bir insanın tüm olanlara karşı sessiz ve duyarsız kalmasının başka açıklaması olamaz.
Görmezden gelme tutum ve
davranışları virüs gibi uyuşturulmuş toplumlarda yayılmıştır. Bu normal hayatın
bir parçası haline gelmiştir. Şaşırmıyoruz, hayret etmiyoruz, ağzımız açık
kalmıyoruz. Kanıksamak, olağan bir tutum olarak beynimize ve
kalbimize sirayet etmiştir. Yaşadığımız toplumu göz önüne aldığımızda neleri
görüp de görmezden geldiğimizi, hangi çığlıkları duyup da duymazdan geldiğimizi
hatta sosyal medyada dahi dile getirmekte aciz kaldığımızı hatırlayalım. Aynı
söz tekrar kulağımızda çınlıyor mu? “İnsan yalnızca söylediklerinden değil,
sustuklarından da sorumludur.”
Bireyler kendi, küçük
tekneleriyle büyük fırtınalara karşı çaresizdir. Bu fırtınanın seni ne zaman
bulacağı, yerle yeksan edeceği belirsizdir. Önlem almak kadar duyarlı olmak da
bizim sorumluluk alanımızın içerisinde olmalıdır. Komşu teknelerin batışını
izlemek kimseyi kurtarmayacaktır. Hayat nitelikli ve duyarlı insanların
çoğalmasıyla cazip hale gelir. Toplumun da bu yönde evirilmesi topyekûn bir
çabayla mümkün olacaktır. Aksi durumda imdat çığlıklarını en yakınındakiler
dahi duymazdan gelecektir.

0 Yorumlar