Kâinatta nerede su varsa orada hayat vardır. Suya verdiğimiz değer aynı zamanda tüm canlılara verdiğimiz değerle ölçülür. O yüzden suyumuzun temiz kalmasını, özgür akması kadar önemsiyorum. Dünya ölçeğinde suyun eşit olmasa da adil paylaşılması da çok önemlidir. Onu belki de kendi haline bırakmamız daha doğru olurdu ancak insanlık bencillikle beraber suyun kaynağına sahip oldu.
Suyun temizliği, duruluğu, güzelliği bir yana;
suyun başını kimin tuttuğu ve nasıl paylaştıracağı önem
kazandı. Bahsi geçen suyu bir ülkeyi ayakta tutan maddi ve manevi
kaynakların bütünüyle eşleştirirsek yanlış yapmış olmayız. Bu sayede halkların
yaşam döngüsü hakkında bir çerçeve çizebilliriz. İşte toplum yapısı içine
işleyen mülkiyet kavramıyla birlikte temel çatışma alanı kaynakların nasıl pay
edileceği hususundadır. İşte “Pandora’nın Kutusu” o zaman açılıyor. (Pandora’nın Kutusu, Antik Yunan efsanelerinde geçen ve
içinde kötülüklerin bulunduğuna inanılan sihirli bir
kutudur. Efsaneye göre Prometheus, Tanrı Zeus'tan gizlice
ateşi çalmış ve insanlığa vermiştir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus,
insanlıktan intikam almak için Pandora aracılığıyla kutuyu açtırıyor.
Kutunun içinden hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya, şehvet, özetle insanları
rahatsız edecek ve felakete götürecek bütün kötülükler çıkmaya başlıyor.)
Hegel'e göre insan, ötekine yaklaşırken kendi
öznesini yitirir, çünkü kendi varlığını başka bir canlıda bulur, demiş.
Kendimizi griye çalıp varlıkla yokluk arasındaki bir çizgide anlamlandırıyoruz. Böylece merkezimize başkasını/başkalarını konumlandırıyoruz. Bir nebze de olsa insanlardaki egoyu tetikliyoruz. Toptancı bir teslimiyetle yetkiden ziyade sorumluluklarımızı da
devretmek gibi bir kolaycılığa kaçıyoruz. işte buradaki siyaset, bu işi en
iyi ben yaparım, suyun başı benimdir, demenin toplumsal bağlamda karşılığıdır.
İkna etme yeteneğinin karşılık bulması sonucunda yetki alınır. Bunun nasıl
olması gerektiği bazı kurallara bağlanmıştır. Her ne kadar amaca ulaşmak için
her yolun mubah sayıldığı üçüncü dünya ülkelerinde işler böyle yürümese de işin
bilimsel boyutunu göz ardı etmemek gerekir. Siyaset kendi özünü yitirip
Pandora’nın kutusuna girmiştir artık. Yazılı olmayan yeni kurallar sahnededir.
Kutudan fırlayan benlik kibri, yanında kargaşa
iklimini oluşturan kin, nefret, ötekileştirme söylemleriyle birlikte dur durak
demeden koşuyor. Kankaları ırkçılar, din tüccarları, feodal ağalar, derin
yapılanmalar ve mafyatik unsurlarla birlikte her zaman aklın, mantığın,
ahlakın, etiğin ve bilimin önüne geçebilmeyi başarmıştır. Siyasetin yeni tanımı
ne olmalı diye düşünürken edebiyat dünyası imdadıma yetişiyor. Entrikaları
korkuyla birleştirip “Yedi Kocalı Hürmüz’le, Yedi Başlı Ejderha”
arasından sıyrılabilme becerisi, diye tanımlamak yeterli olur sanırım. Namık
Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” eserindeki Abdullah Çavuş’u
hatırladım bir an. Her sözünün sonunda “… kıyamet mi kopar!” derdi.
Siyaseti böyle tanımlarsak kıyamet kopmaz herhalde.
İç dinamikler bağlamında hararetimiz
azımsanmayacak derecede yüksektir. Hırs, intikam, hakaretler havada uçuyor.
Toplanmışız cümbür cemaat suyun başını en iyi kim tutar hesabıyla yakıp, yıkıp,
sövüyoruz. Oysa bunun okulu, kaideleri, ilkeleri olduğunu bilsek de oldubitti
hesabıyla kim vurduya getirip beraberce olanları, olacakları izliyoruz. Bununla
yetinmekle de kalmıyoruz. Kendimize yurt dışından ortaklar bulma hevesimiz
hiçbir zaman boğazımızda düğümlenmiyor. Abdullah Çavuş gibi "Aramıza
girseler kıyamet mi kopar," diyerek kucak açıyoruz.
Küresel güçler ve
onlarla doğrudan veya dolaylı olarak ilişki içerisinde olan yönetimler “iç
ve dış düşman(!) güçler” söylemini çok sevmiştir. Denize düşmeden de yılana
sarılmak bu olsa gerek. İktidarların kendilerini temize çıkarmanın en kestirme
yolu olmuştur. Bireylerin şahsi gelişim, değişim ve dönüşüm bağlamındaki
örüntüsünü bir kalıba sokmanın adımıdır. Onları sahip olduğu kırıntıları
kaybetme korkusuyla terbiye edip masumiyet trenine bindirmektedirler. İstemsiz
bazı çıkışlar kendi içinde ve yakın çevrenle sınırlı kalması koşuluyla çok da
rahatsız edici görülmez. Ne zaman ki işin seyri toplumsal değişim ve
dönüşüm boyutlarına ulaşır, o zaman söz konusu güçler devreye girer. Böylece
derin devlet yapılanması, çıkar odaklarıyla birlikte kirli siyasetin yolunu
açar. Pandoranın kutusu dört yanımızı sarmaya başlamıştır artık. Yasaklar,
işkenceler, zulümler, cezaevleri, idamlar, linçler... Toplumsal terbiyenin
taşları bireylerle örülür.
Demokrasi ve insan
hakları kavramını sık kullanan yerlilik ve millilik unsurlarıyla kendini çok
şey zanneden üçüncü dünya ülkelerinde her zaman bir düşman yaratma zorunluluğu
oluşmuştur. Bu sayede toplumu her an diken üstünde tutabilmenin yolu açılmış
olmaktadır. Huzurlu bir ortam oluşturma çabasının her an sekteye uğrayabilme
endişesi sürekli işletilmektedir. Bu düşman kardeşler halkın hak, hukuk, iş, aş
beklentilerinin oluşması ve bunda diretilmesinin durumunda hazır
bekletilmektedir.
Düşmancıklar toplumun
ülke kaynaklarının eşit, adil ve insani boyutta taleplerinin engellemek için
basın yayın organları aracılığıyla da olduğundan korkunç boyutlarda
gösterilmektedir. Oysa bu canavarları harekete geçirecek veya durduracak buton
her an iktidarların elinin altındadır. Düşman unsurlarımız konjonktüre uygun olarak sırayla harekete geçer. İç siyaset
yorulanı dinlendirir. Dinlenen tekrar koşmaya hazırdır.
Sataşma ve linç
kültürünün haiz olduğu çok dilli ve çok kültürlü toplumlarda bu düzen daha
kolay işletilir. Suyun başındaki işbirlikçi yapılar kimi siyasilerle ortaklaşıp
saplantılı, radikal dinci, feodal ve faşizmi aratmayan ideolojik fikirlerle
birlikte her an pusuda beklemektedir. Halkın zor günler geçirdiği
dönemlerde her iki düşman da el ele verip davul zurna eşliğinde halaya
dururlar.
İktidarların önlem almak gibi bir dertleri de yoktur. Çözüm üretmek için yetki aldıklarının farkında olmaları gerekmez mi? Şikâyet etmek, serzenişte bulunmak için oradalar sanki. Onlar da halayın kuyruğuna takılmış istemem yan cebime havasında oynayıp dururlar. Bizler de hem ağlar hem giderim, diyen gelin misali halayı izleyip alkış tutarız. Oysa accık özen gösterip temiz insanları seçebilsek, onları suyun başına getirsek kıyamet mi kopar?
0 Yorumlar