Bu
kadar gürültüye, curcunaya, keşmekeşliğe, burnuma gelen pis kokulara nasıl da
uyanmıyorum. Artık inanmaya başladım ben çocuk masumiyetini taşıyan “ben”
değilim. Nasıl oluyor da çevremde yanı başımda yaşanan onca kokuşmuşluğa
duyarsızlık kalabiliyorum. Bunu söyleyebiliyorsam hala tam anlamıyla ölü
değilim. Buna sevinmeli miyim bilmiyorum ama bir zombi olabilirim. Bunu itiraf
edebildiğime göre tam dönüşüm gerçekleşmemiş anlaşılan. Duyumsamalarım, algım
ve tepkim insan olmanın ötesinde olduğunu siz fark etmediniz mi? Belki de
üzüleceğimi düşünüp sessiz kalıyorsunuzdur. Yoksa bu yozlaşmış sözde
demokrasinin, hukukun, rantın, israfın, hırsızlığın, torpilin bana mısın
demediği yerde az da olsa ses vereceğimi düşünürdünüz.
Peki
ya siz, toplumdaki ahlaksızlıkların, çürümenin, umarsızlığın davul zurna
eşliğinde apaçık bağırıp çağıran gerçeklerini siz de mi görmüyor, duymuyor,
konuşmuyorsunuz? Umursamaz bir tavır takınmak, gözlerini kapatmak, kısa bir
süreliğine de olsa bu aşağılanmayı kabullenmek size de ağır gelmiyor mu? Adını
koymaktan kaçındığım, o örtülü, gizil küçümsenmeyi, basite indirgenmeyi ve
zekâmla alay edilmesini siz de mi görmezden geliyorsunuz?
Evet
evet, itiraf ediyorum, görüyor ama görmezden gelenlerdenim. Çünkü ben de bir
Zombi’yim. Sakın utandığımı/utanacağımı, yüzümün kızaracağın düşünmeyin, çok
yapıyormuş gibi görünüp de hiçbir şey yapmayan tiplerdenim. Ben de üç maymunla
oynamaya bayılırım. Yüzünüze diyemesem de bazı sizler gibiyim aslında; direnmek
için hiçbir çaba göstermiyorum; etrafımdakilere zeki görünüp de koyun gibi güdülmek garip şekilde hoşuma gidiyor. Bunu sadece kendi iç dünyamda dile
getiririm ama. Yoksa biri bana koyun diyecekmiş; alnını karışlarım evelallah!
Evet,
ben canlı bir ölüyüm, bu da hoşuma gidiyor. Başımda bir değil birçok çobanın
varlığı yaşamımı oldukça kolaylaştırıyor, beynim yorulmuyor, kendimce çaba göstermeden kafam çalışmasa da yaşamımı sürdürebiliyorum. Yiyip içip dinlenmek dışında pek bir amacı
olan biri olduğum söylenemez zaten. Sonuçta en az sürünenlerdenim. Bu bile bir şey değil
mi? Bu düzende benim gibilerle aradan sıyrılabilmek yeterince
huzur veriyor aslında. Doğru ya da yanlış bile demeden, söylenen her şeyi
olduğu gibi kabullenmek benim için ideal bir yaşam tarzı haline gelmiş. Zaten
ne gerekli birikime, ne güçlü bir iradeye, ne de dayanıklılığa sahip olduğum
iddia edilebilir. Sahiplerim ne söylerse söylesin alkışlarım. Dün ne
söylemiş, bugün ne diyor, yarın ne söyleyeceğinin hiç önemi yok. Onlar bir şey
diyorsa doğrudur. Benim aklım da fikrim de kiradadır. Yeterki bana, mevkime, cebime dokunmasınlar. İsteyen satın alabilir. Şakşakçı
da diyebilirsiniz. Alkışlarım ben hem de ayakta, ellerim acıyana kadar.
İtiraf
ediyorum, evet; hayatta yalnızca güç kimdeyse onun peşinden gitmeyi öğrenmiş
biri olarak, gerektiğinde sırf onun dikkatini kazanmak uğruna ayaklarına
kapanmayı doğal görüyorum. Otoritenin haklı veya haksız olduğuna bakmam bile.
Her türlü pabucunu yalar, emir ve talimatlarına sorgusuz sualsiz uyarım.
Karakterimin bu olduğu su götürmez bir gerçek. Eyvallah etmek, görmezden
gelmek, yok saymak, sessiz kalmak taki zehirli yılan beni sokana kadar pek de umurumda
olmaz. Tabii işler beni doğrudan tehdit eden bir hâl alana kadar bu böyle.
Ancak bir tehlike hissettiğimde anında geri çekilir, sessiz bir köşede
varlığımı unutturmayı seçerim. Karşı çıkar mıyım peki, hayatta yapmam.
Karnımdan konuşurum kimse ne dediğimi anlamaz bile.
Öyle bir ortamım vardır ki benim gibilerle dolu. Sesi çıkanlarla pek işimiz olmaz. Korkarız yanlarında görünmeye... İşte tam da bu yüzden fark edilmeden bu düzen içinde eriyip gidiyorum. Anlayacağınız, dikkat çekmeyen, yaşayıp gidenlerden biriyim ve bu duruma hiç de itirazım yok. Çoğu zaman tuzum kuru havalarında yaşarım. Gerisin geri dünya yıkılsa tınlamam. Baktım bana doğru bir hamle gördüğümde anında ölü taklidi yaparım. Bunu müthiş yaparım ama. Etrafımda o kadar çok benden var ki inanın arada sırıtmıyorum. Gelen geçen acır halime, katiyen üstüme basmazlar. Yolunda giden düzen, bana dokunmadığı sürece neden değişeyim/değiştireyim değil mi?
Evet
evet, yüzümün kızaracağını düşünseniz de kızarmaz, hem niye olsun ki...
Ahlaksız olanlar çalan, çırpan, yandaşlık-yalakalık yapanlar utansın önce değil
mi? Neymiş sesim çıkmıyormuş. Böyle gelmiş böyle gider nasılsa. Daha çok
seviliyoruz bu halimizle; iktidarlar, diktatörler, demokratik değerlerden uzak
yapıların temsilcileri, bencil çıkarları için çabalayanlar, şarlatanlar, dini
kendi amaçları doğrultusunda araçsallaştıranlar veya gücü ya da parayı
kutsayanlar… Hatta ufak menfaatler uğruna entrikalara dâhil olanlar; genellikle
benim gibi insanlara bayılırlar. Bir iki övdüler mi kıçımız tavana kadar kalkıyor.
Sonrasında ver coşkuyu.
Ama
ilginçtir ki, en çok hayranlık besledikleri genellikle zombi haline gelmiş
ölülerdir. Bu tabir korkutmasın çoluk çocuğu, ölü taklidi yapanları
kastediyorum. Onların da en az ölüler kadar gideri vardır. Kendimden biliyorum.
Bilinir ki ölüler, ölü taklidi yapanlar, gözleri açık uykuda olanlar asla tepki
vermez. Bu tepkisizlik durumu, en basit haliyle bir varlığa karşı yokluğun
ifadesi gibidir. İnsanın varoluş hikâyesindeki bu sessizlik ve kayıtsızlık gücü
elinde tutmak isteyenlerin işini kolaylaştırır. Çünkü ses çıkarmayan biri,
hesap sormaz, sorgulamaz ve karşı koymaz. Hayatın içinde olmaktan uzaklaşanlar,
başkalarının oyunlarına zemin hazırlar ve farkında olmadan kontrol edilmenin
zeminini yaratır.
Valla
saf, moron, okumuş cahil taraflarım oldukça çok. Öyle de olsam da bazı şeylerin
farkındayım. Bazen çokbilmişliğim depreşir. Ağzınız açık kalabilir. Bakın ölü
seviciler için sessizlik yapılanları yani gidişatın benimsendiği,
kabullenildiği anlamı taşır. Böylece bangır bangır herkesin memnun olduğu
havası yaratılır. Düşünsenize bu güne kadar karşılaştığımız bir dünya olay ve
olgu karşısında ne kadar ölü taklidi yaptığımız, gıkımızın çıkmadığı aşikâr.
Neler gördük. Benimsemediğimiz yalan yanlış ne kadar şeye boyun büktüğümüzü de
biliyorum.
Ben
korkak bir Zombiyim. Kendi halinde dolaşıp duran biri. İnsan kalanların sesi
çıksa da durumları pek iç açıcı değil. Onlar her zaman azınlıkta kalmıştır
gariplerim. İşte o zaman öcüleştirilmeleri, ötekileştirilmeleri baskılanmaları kaçınılmaz
oluyor. Onlar toplum içindeki vücuttan sökülüp atılması gereken çıban olarak
anında aforoz edilir. Otorite hukukla birlikte analarını ağlatmak için hazır
kıta bekler. Emir ve talimat hukukun çok çok üstündedir. Bir kılıf her zaman
vardır yoksa da uydurulur; daha da olmadı gizli tanık safsatasıyla alaşağı
etmek de mümkün. Otoriteler sorgulayan değil itaat eden bir iradeye ihtiyaç
duyar. O ben de var işte.
Gururla
söylüyorum artık. gizlim saklım kalmadı. Hani at yarışında şampiyon olan atın
sahibi milyonları, atı süren jokey binleri, at ise havucu alarak mutlu olur.
Koşan, terleyen at olsa da kazanan hep sahiplerdir. O at havuçla mutlu olan biz
zombileriz işte. Sahiplere hizmetkâr olmak daha anlamlıdır. Köleliği kaldırıp
özgür olduğunu düşündürüp bir kölenin yaptığı şeyleri yaptırmanın yolu havuca
kavuşma hayaliyle mutlu olduğumuz hissine kapılmaktır. Sahiplerimizin yaptığı
da bundan fazlası değil. Havuca ulaşamamanın verdiği korku ve kaygı her zaman
diri tutulur. Bende de korku bu hat safhada. Havuçla yetinen milyonlardan
olmanın gururuyla ne şişi ne kebabı yakarım. Üç maymunsa maymun, ölüyse ölü…
Evet
ben canlı ölüyüm, ister hortlak ister zombi deyin ölüler arasında o kadar
normalim ki öyle giderim var ki, düşünüyormuş gibi yapıp etliyle sütlüyle bir
alaka kurmuyorum. Ne siyah ne beyaz oluyorum. Gri kalmak benim için çok uygun.
Her daim “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diyerek sabırla şükür arasında
iki ileri bir geri gidip geliyorum. Kırıntıların kutsallığıyla doyuruyorum
vicdanımı. Karnımın doyması yeterli, varsın duygularım, hissiyatlarım aç
kalsın. Nefsimle savaşımı kaybetmişim ben, karakter ve onur savaşı bana göre
değil zaten. Hem kimsenin umurunda da değil. Çoluk çocuğumun ardına saklanmak
bana daha evla geliyor. Kendime meşguliyet yaratacak o kadar çok mazeret
üretiyorum ki kimse ağzını açamıyor. O zaman keyifle çıkabiliyorum gerçek
insanların içine. Böylece az okuyup düşünmeyi öğrendim. Zihnim bulanmıyor,
yorulmuyor. Hep meşgulüm zaten. Bir süper kahramanın geleceğine inanmak onu beklemek
daha cazip geliyor bana.
Kimi samimi adanmış yoldaşlar bana dair serzenişleri olsa da duymazdan geliyorum. Çoğu yüzüme karşı bunu nezaketen ifade etmek etmese de anlayabiliyorum. Yüzlerine gülümseyerek şirinlik yapıyorum. Onlar da ister istemez yumuşak taraflarıyla karşılıyorlar ikiyüzlü halimi. Korkunun gölgesinde karanlığın altında fark edilmemek bence güzel bir şey. Ortada ölü taklidi yaparak, zombi gibi görünmek, tepkisiz kalmak, uyku mahmurluğuyla dolaşmak da hoş. Bazen kabuğuna çekilmiş kaplumbağa, başını kuma gömmüş deve kuşu olabilmek de herkesin harcı değil sanırım. Mutlu olabilmenin yolu bu bence? Aklımda deli sorularda geçiyor bazen. Peki, bu durum varlığımızın başkasının varlığında eritmiyor mu?
Hımmm!
Ölü taklidi yapsam da sandığınız kadar aptal değilim. Burada Varoluşçuluğun
düşünsel yapısından bihaber değilim. Bu yapıda insan dışındaki varlıklar, nasıl
yaratılmışlarsa öyle kalmak zorundadır. “Sadece insan türü, kendine katkı
sunan, kendini var edebilen, değişen değiştirebilen canlıdır.” Bak sen
hele, yani şimdi insan dışındaki tüm
varlıklar, ne iseler öyle kalmak zorunda, öyle mi? Örneğin bir masa masalığını
kendisi oluşturamaz, ağaç; ağaç olarak kalır her zaman. Bütün bu varlıklar,
nasıl yaratılmışlarsa öyle kalmak zorundadır. “Kendi gayretleriyle kendi
varoluşlarına katkıda bulunamazlar.
İnsanın yapısını ve davranışlarını, genetik özellikleri veya çevre
şartları değil, kendi özgür seçimleri belirler.” Bununla bitmiyor tabii, toplum
yapısı içerisinde hele de az gelişmiş demokrasilerde bireyler gelişmiş, özgür
kendini varoluşçuluğun merkezinde olduğunu zannetmesiyle teselli buluyor.
Düşünmek ile direnmeyi eş değer görüp kabuğuna çekiliyor.
Varoluşçularda
insana dair beklentilerle maddeye dair beklentiler aynı değildir elbet; insan,
değerlendirme yapabilen, sebep sonuç ilişkisi kurabilen, problem çözebilen, bir
varlıktır. Var olmanın dışa yansıyan tarafı görünür olmaktır. İnsan varlığı da
bunu yansıttığı oranda vardır. Biliyorum ki gölgedeysek kendi gölgemizi
göremeyiz. Ama gel sen bunu aklımın, ruhumun, bencilliğimin, elde ettiğim konforumun
cazibesine anlat.
Anlatacağım
çok şey olsa da sesimi anca kendim duyuyorum. Kendime bile sesim kısık.
Korkuyla bakıyorum etrafıma. Oysa sağlıklı insan, onurlu insan, insanlıktan
nasibini alan insan maddenin çok çok ötesinde bir varlık olduğunu bilsem de
nafile. Ölü taklidi yapmamalıyım, zombi değilim, kaba tabirle kabak gibi ortaya
çıkmalıyım; ama nerde ben de o yürek. Güneşe çıkmadığımız sürece güneşe
çıkanların gölgesinde kalmayı benimsedim artık. Yaşamak dediğimiz şey bir
gölgemizin olması, olsa da ben ki unumu eleyip eleğimi asınca anca çıkarım
güneşe. O zaman haykırırım kaybolmuş tüm zamanlarımın gerçeklerini. O zaman güneşe çıkacağım doğumundan batımına
kadar. O zaman vicdanımı rahatlatıp kumdaki başımı çıkarmış olacağım. Evet “ben
de varım, buradayım, yokmuşum gibi davranamazsın” diyebileceğim. Şimdi daha genç sayılırım.
Parazitler için bulunmaz bir nimetim. Uyumaya devam ettiğim sürece ben de
parazite dönüşeceğim.
Neye
dönüştüğümü bilsem de sizler bunun farkında olsanız da çok da “tın” yani.
Ayarımız kaçmış bi defa. Gayrı dikiş tutar mıyım bilmem? SİZDEN BİLEN VARSA SÖYLESİN?
.jpg)
0 Yorumlar