Tüm bunların
ardından, kendi özümüzü bulmak adına kurgu olarak gördüğümüz sanat ve edebiyatı
işimize geldiği gibi hayalle gerçek arasında bir noktada tutar ona sığınırız.
İşte o noktada kendi hakikatimizle karşılaşırız. "Ben buyum," deriz ya da "Beni anlattı," diye düşünürüz; çünkü tüm bu roller arasında
kendimizi ifade edemediğimiz hayatın yükünü, keşmekeşini sanat bize hatırlatır.
Onunla bir yol alırız. Nereye varacağını bilmek bize de yol göstereceğine
inanırız. Bir romanın, filmin, tiyatronun, şiirin, konserin sonunu merak ederiz.
Ona kendi hislerimizi, irademizi, yapmak isteyip de yapamadıklarımızı
taşımasını isteriz. Rotamızı onun belirlemesini bekleriz. Sonunda mutlu olmayı
umarak tabii…
Yabana
atmamak gerekiyor edebiyatı, o yaşadığımız somut gerçeklikten kaçmak kadar onda
buluşmanın da yolunu inşa eder. Kendi dilimizi, hislerimizi anlatma
becerisinden yoksun kalışımızın bir yansımasıdır sanat. Kelimelerin
yetişmediğinde yetişir yardıma; derin duyguların en uç boyutlarda ifade
bulmasının adıdır. Aramanın, sormanın, özlemenin, yanmanın; kül olup da yine
küllerinden doğmanın dilidir sanat. Cesaretin, erdemin ve sabrın bir
sığınağıdır. Fırtınadan kaçıp huzuru bulduğumuz limandır.
Sanatçıları
da unutmamak gerek. Zaman zaman, ciddiye alınmaması gereken farklı bir zekâ
örneği olarak ya da insan doğasının sıra dışı soyutlamasıdır. Adınız her an deliye
çıkabilir. Tüm bunlara rağmen, gerçekler kadar hayallerden ve sanattan bile
rahatsız olanlar, iç dünyamızın sesiyle mücadele etmekten geri durmayan
yönetimler, gruplar, cemaatler ve oluşumlar elbette var. En azından, iç sesimiz
bizim kimliğimizi ve kendi gerçeğimizi yansıtan bir temsilcidir. Müdahil
olunamayan, gerçek özgürlüğümüzün saklı olduğu yegâne alandır. Ancak bu ses
yalnızca en içten, en samimi ortamlarda kendini gösterebilir. Burası belki de en
özgür olduğumuz yerdir.
Baskı
rejimlerinde korku ve baskı atmosferinin büyümesiyle birlikte sanatın özgünlüğü
büyük bir tehdit altında kalmakta; sanatçının ruhuna işlemesi gereken özgürlük
ilkesinin ise gittikçe daraldığı görülmektedir. Bu kısıtlılıklar, sanatın asıl
amacından sapmasına neden olmakta; yaratıcı zihnin evrenselliğe ulaşma
çabalarını sekteye uğratmaktadır. Sanatın ve sanatçının özgürlük alanı daraldıkça
bu defa sanatçının üstlendiği misyon da sanatıyla birlikte değişiklik
göstermektedir.
Toplumsal
algı, bu durumu sanat ve edebiyat çerçevesinde ele alarak, insanların hayal
dünyasında yaşadığı ve bu nedenle ortaya çıkan eserlerin ciddiye alınması
gerektiği görüşünü benimsemektedir. Her ne kadar iç dünyamızın, yaşadığımız
dünyanın gerçeklerini görüp dile getirdiğine sıkça tanık olsak da, çoğu zaman
bu durum sanatın hoşgörülü perdesi ardına saklanarak bir tebessümle karşılanır.
Ancak kişilerin, gördüklerini içselleştirmekten kaçındıklarını görürüz. Sorumluluk
almanın zorluğunu çok iyi bilen yüce halkımız bundan kaçmanın kaçınmanın yolunu
bulmakta zorluk çekmez.
Ünlü yazarımız Peyami Safa’nın "Suçlamak anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan değişmen gerekir," sözü gerçeklerden ne oranda kaçtığımızı yansıtması adına önemlidir. Bilip de bilmezden geldiğimiz normalleştirdiğimiz, kendimizi aptal yerine koyduğumuz/koydurduğumuz ne kadar olay ve olgu olduğunu ancak değişmeyi göze aldığımızda anlamış olacağız. At sineklerini destekleyen Sivrisineğe dönüşmesi an meselesi olan azımsanmayacak bir topluluk sanatın ve edebiyatın arkasına sığınarak iyinin, doğrunun, özgürlüğün, mücadelenin hayalini kurar. Bunu bir oyun olarak algılar. Onun ötesine istese de taşımaz. Taşırsa değişmek zorundadır.
Sokrates’in,
ünlü savunmasında kendini anlattığı bölümlerden birinde at
sineği metaforunu işlemiştir. Bir nevi burada filozof ile
devlet/iktidar ilişkisini anlatmaktadır. Politik gücü ve yönetimi elinde bulunduran
devlet/iktidar; atı, kendisi de onu rahatsız eden at sineğini temsil
etmektedir. Benzer durum bilim, sanat ve edebiyat dünyasının içinde bulunduğu
bulunması gerektiği tutumu yansıtması açısından benzer nitelik taşımaktadır.
İktidar karşısında bilim, sanat ve edebiyat dünyasını da iki farklı sinek
türünde adlandırmak yerinde olacaktır. Biri Sokrates’in yolundan giden at
sinekleri diğeri ise toplumun kanını emen sivrisinekler.
Filozoflar,
aydınlar, bilimi referans edinmiş nadir kalan ilkeli akademisyenler ve duyarlı
sanatçılar rahatsız eder; etmeli; sorar sorgular, zihnin ve duyguların
sınırlarını zorlar, kolay kolay kabullenmez; prensip sahibidirler; asla taviz
vermediği vermeyeceği tutumları vardır… Onurlu kalmayı her şeyin üstünde
tutarlar. Yanardöner değillerdir. Renkleri griye dönmez. Bunlar at sineğidir; her
dönem atlar(iktidarlar) bunlardan rahatsız olur. Onları kovar, yok etmeye
çalışır, yokmuş gibi davranır. İktidarın nimetlerinden zorunlu olmadıkça
faydalandırmaz, hatta engellemek için çalışır. Bunu göze alamayan bir
zamanların at sinekleri bir süre sonra sivrisineğe dönüşüverir.
Peki ya bilim,
sanat ve edebiyat alanı o kadar da masum mu? Kime, ve neye ne oranda hizmet
ediyor etmeli… Hiçbirimiz masum değiliz noktasından hareketle çuvaldızı bu
alanın temsilciliğini üstlenenler kendilerine batırmalı. Ruhsuz iktidarların,
diktatörlerin, yobazların ya da cahillerin zihinlerindeki bilim, sanat ve
edebiyatı düşündüğümüzde en özgür alan olan hayal dünyamızın dahi yozlaşmaya
başladığını göreceğiz. İşte o zaman kaçarı yok: yasaklar baş gösterir. Fikirler
zincirlenir, hayaller ve duygular baskı altına alınır. Buna hizmet eden satılık
kalemler baş göstermeye başlar. Etraf bir anda sivrisineklerden geçilmez hale
gelir. Böylece hayallerimiz iktidarın kurgusuna
teslim olur.
Her dönemin
bu değişmeyen figürleri olan gücün, iktidarın ve de paranın bastonluğunu yapan yancı,
yandaş, yalaka takımından olan sanat yanı gelişmiş olsa da sanatçı yanı sönük
olan duygu dünyamızın sivrisinekleri her dönemde vardır, olacaktır. Her
iktidarın, ideolojinin sanatçısı olan bu tipler çürümüş zihinlerde ve
bataklıklarda yaşarlar; oralardan beslenip etraflarını zehir bulaştırmaktan
geri durmazlar. Evrensel değerlere yabancı, karınlarını doldurmak için
masumların emeğini sömürmekte üstlerine yoktur. Bu kişiler diktatörlüklerin en
sevdiği türlerden biridir; çünkü kültür, sanat ve edebiyatın her dalında
kendilerine ayrılmış koltukları hazırdır. Zirveye ulaşmak uğruna her türlü
dalkavukluğu sergiler, menfaat için sınır tanımazlar. Birbirlerini ezmekte,
kuyular kazmakta ve fırsat kollamakta da üstlerine yoktur. Bu tipler hep
uyanıktır. O yüzden etrafımızdaki sivrisineklere dikkat edelim. Her an mikrop
kapabilirsiniz.
0 Yorumlar