Bireyi
tanıma süreci, eğitim süreçlerinin etkili bir şekilde yapılandırılabilmesi
açısından büyük önem taşımaktadır. Her bireyin öğrenme kapasitesi, sosyolojik,
ekonomik ve zihinsel gelişim düzeyi birbirinden farklı olduğundan, bu
farklılıklara uygun şekilde tasarlanmış eğitim planlamaları gereklidir. Bu eğitimin temel ilkelerinden biridir. Özellikle
kaynaştırma eğitimine dâhil edilen öğrencilerimizi göz önüne aldığımızda onlar için
yapılan çeşitli değerlendirme testleri sonucunda, bireysel ihtiyaçlara yönelik
programların uygulanmaktadır. Ancak, genel kabul gören sınıf ortamında
öğretmenlerin bu özel öğrencilerle yeterli düzeyde ilgilenememesi, bunun çok da
mümkün olmadığı bilinse de söz konusu öğrencilere özel bir planlama mevcuttur.
Bunun dışında özel durumu olmayan ancak ilgi, yetenek ve sorumluluk bağlamında
eksikleri olanlara yönelik de farklı bir müfredat anlayışı geliştirilmelidir.
Mevcut
eğitim sisteminde sınıflarımızda her seviyeden öğrencilerin olması ilgi ve
yeteneklerin göz ardı edilerek yürütülen genel müfredat işleyişi etkili ve
verimli bir eğitim öğretimin önünü tıkamaktadır. Öğrencilerin çoğu yeterli
ilgiyi görememekte ve öğretmenler tarafından daha verimli bir şekilde
yönlendirilme şansına sahip olamamaktadır. Bu durum, öğrencilerin dezavantajlı
konumlarını değiştirmek yerine daha da pekiştirebilmekte, eğitimde fırsat
eşitliği kavramını zayıflatmaktadır. Burada fırsat eşitliği kavramını
sorgulamamız gerekmektedir. Eğitim sistemi içerisindeki eşitlik kavramının
karşılığı herkesin yaş olarak aynı sınıfta olmasından öte eğitim ve öğretimden
ihtiyaçlarını karşılayabilmesi anlamını taşımalıdır.
Bu çerçevede
şartları uygun olan okullar, eğitim öğretim sürecinde özellikle ortaokul ve
lise düzeyindeki faaliyetlerde öğrencilere; yetenek, bilgi düzeyi ve sorumluluk
algısı gibi kriterler üzerinden ayrışma yapılarak bir program uygulanması,
verilen eğitimin hem kalıcılığını hem de verimliliğini ciddi ölçüde
artıracaktır. Bunun bir "öğrenci
ayrıştırması" olarak değerlendirilmesi ise samimi ve işlevsel bir yaklaşım
değildir. Aksine bu adım, bireyin ihtiyacına yönelik daha etkili çözümler
üretme çabasının ürünüdür.
Ortaokul
dönemine gelmesine rağmen hâlâ okuma-yazma becerilerini kazanamamış ya da temel
matematikte dört işlemde eksiklik yaşayan öğrenciler için tasarlanması gereken
müfredatla, bu temel becerilere çoktan hâkim olan öğrencilerle yürütülen
standart müfredat aynı yapıda olmamalıdır. Bu noktada temel amaç, öğrenciye
özgü bir planlama yapılmasını öncelik haline getirmektir. Böyle bir planlama süreci
ise okulun başladığı ilk haftasında uygulanacak bir ön test sayesinde mümkün
olabilir. Örnek vermek gerekirse; okuma-yazma öğrenimine ihtiyaç duyan bir
öğrenciyle ileri seviyede yazı ve metin çalışmaları yapan öğrencilerin aynı
sınıfta eğitilmesi, Türkçe öğretmeninin zaman ve enerjisini ikiye bölmesini
gerektirir. Bu durum, her iki grup için verimlilik oranını düşürecek ve sonuç
olarak bireylerin daha ileri seviyelere ulaşmasını zorlaştıracaktır. Ayrıca bu
eğitim eksiklikleri öğrencilerin rekabet ortamında geri planda kalmasına yol
açarak pasifleşmelerini de beraberinde getirecektir.
Oysa bu
problemin çözümü oldukça basittir. Yapılması gereken şey, öğrencilerin ihtiyaç
analizine dayalı ayrıştırma sürecini etkili bir şekilde ele almak ve bu
yöntemin faydaları konusunda ilgili tüm tarafları ikna etmektir. Bunu en basit
haliyle şöyle düşünebiliriz: Tok birine daha fazla yemek ikram etmek anlamsız
olduğu gibi, aç birine giysi ihtiyacı olmadığında kıyafet vermek de
gereksizdir. Bu bağlamda öğrencinin bireysel ihtiyaçlarının doğru ve titiz bir
şekilde belirlenmesi büyük önem taşır. Örneğin; temel matematiğe ihtiyaç duyan
bir sınıf için matematik öğretmeni, tüm sınıfa bu gereksinimi karşılamaya
yönelik çalışmalar yürüterek sağlam bir altyapının oluşmasını sağlayabilir.
Bu tür hedef odaklı yaklaşım, uzun vadede bireysel düzeydeki başarılara katkıda bulunurken toplum genelinde de eğitim kalitesini ciddi ölçüde artırabilir. Ne yazık ki çoğu zaman eğitimde genel geçer uygulamalar ve toptancı bir bakış açısıyla sistemler ve müfredatlar herkes için aynı şekilde dayatılmaktadır. Ancak bu yaklaşım, pedagojik anlayışla ciddi bir şekilde çelişmektedir. Bugün birçok eğitim kurumunda gördüğümüz işleyiş, hem öğrenciyi, hem öğretmeni hem de veliyi gerçek anlamda ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir noktaya sürüklemiştir. Sistem adeta hızla koşanları yavaşlatırken emekleyenlere koşma baskısı yapmaktadır. Bu dengesizlik, sadece bireylerin eğitim süreçlerini baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda maddi ve manevi kaynakların israf edilmesine de yol açıyor.
Sınıfta
aktif şekilde öğretmenlik yapmak, eğitim sürecinin tam kalbinde yer almak
anlamına gelir. Her öğrencinin hayatına dokunabilmek ve onlara temel
kazanımları kazandırmak, bir öğretmen için tarifsiz bir mutluluk kaynağıdır.
Ancak, her öğrenciye ulaşma fırsatı varken çeşitli koşullar nedeniyle bu hedefe
tam anlamıyla erişememek ve yetersizlik hissine kapılmak, oldukça üzücü bir
durum oluşturur. Özellikle büyük şehirlerde okul şubelerinin fazla oluşu ve
sınıflardaki öğrenci sayısının aşırı yüksek olması, öğretmenler için büyük bir
engel teşkil etmektedir. Bu okullarda, öğrenciler arasındaki seviye farkları
beklenenden çok daha belirgin ve uç noktalarda seyretmektedir.
Bu
zorluklarla mücadele ederek dengeli bir ortam oluşturmaya çalışan
öğretmenlerimiz, adeta Don Kişot'un yel değirmenlerine karşı verdiği savaşı
hatırlatmaktadır. Büyük çabalar sarf edilmesine rağmen elde edilen sonuçlar,
maalesef istenilen düzeye ulaşamamaktadır. Böyle bir durumda hem başarılı
öğrenciler hem de daha fazla desteğe ihtiyaç duyan öğrenciler, beklentilerini
tam olarak karşılayamamaktadır. Dahası, öğrencilerin gerçek ihtiyaçlarına
yeterince cevap veremediğimizi kabul etmek, sorunun genellikle göz ardı edilen
boyutlarını daha da belirgin hale getirmektedir.
Üniversitelerin,
Millî Eğitim Bakanlığının ve eğitimcilerin bu sorunun ciddiyeti üzerinde
çalışması ve makul bir çözüm üretmesi kaçınılmazdır. Göz ardı edilen her bir
öğrenci, yalnızca kendi yaşamında değil, ülkemizin geleceği açısından da
telafisi mümkün olmayan kayıplara neden olmaktadır. Dolayısıyla her sınıfta
"ön test" uygulamasının vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi; sınıf
düzeylerine göre bireysel ihtiyaçların belirlenmesini ve bu doğrultuda sınıflar
oluşturularak planlama yapılmasını sağlamalıdır. Aksi takdirde, eğitim
sistemindeki eksiklikler hem maddi hem de manevi boyutta ülke adına ağır
kayıplara yol açmaya devam edecektir.
Eğitim
sistemleri üzerinde düşünüldüğünde, hemen her yapıda ortaya çıkabilecek kötüye
kullanma olasılığı, bazı paydaşlar tarafından iyi niyetle önerilen verimli
yaklaşımların önüne set çekilmesine sebep olabilmektedir. Ancak bu tür
yaklaşımları sırf manipüle edilme korkusuyla engellemek, pedagojiden ziyade
politik bir tercih olarak değerlendirilmeli. Çünkü eğitim, bireyin ihtiyaçları
doğrultusunda şekillenmesi gereken bir süreçtir.
Eğitim
sistemi, anayasa doğrultusunda tüm öğrencileri kapsayıcı bir şekilde
yapılandırılmalı ve her bireyin ihtiyaçları ile kapasitesine uygun eğitim
almasını sağlamayı hedeflemelidir. Eğitimde eşitlik ve adalet ilkesi,
öğrencilerin bireysel farklılıklarını ve özel durumlarını dikkate alan bir
yaklaşımla ele alınmalıdır; bu yaklaşım, üzerinde tekrar tekrar durulması
gereken kritik bir önceliktir. Koşanı durdurmak kadar emekleyeni yürütmeden koşturmaya
çalışmak da öğrencilere yaptığımız büyük bir haksızlıktır.

0 Yorumlar